Tarihöncesi Afrika
Tarihöncesi Afrika, Afrika'da Tarihöncesi dönemi, kıtada yazılı kayıtların tutulmaya başlandığı tarihlerden çok eskiye dayanır. Afrika'nın büyük bir bölümünün tarihi, Tarihöncesi'nde gizlidir ve ancak arkeoloji, tarihsel dilbilim, vb. dallar ve gelenekler aracılığıyla aydınlatılabilir.
İnsan türünün kökeninin, % 90 oranında bir olasılıkla Afrika'da olması, Afrika'nın Tarihöncesi'ne özel bir önem kazandırmaktadır. Son yıllarda kıtada yapılan arkeoloji araştırmaları, çok çeşitli dallardan bilim adamlarının birlikte çalıştıkları kitlesel, hızlı ve büyük çalışmaların bir parçası olmuştur.
AFRİKA'DA TARİHÖNCESİ ARKEOLOJİSİ
Etyopya'dan Transvaal'a kadar, Doğu Afrika'da günümüze kadar elde edilen bulgular, insanoğlunun maymunlarla paylaştığı atalarının ve Tarihöncesi insanlarının fosilleri, dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar çoktur. Söz konusu insanlar, Afrika'da günümüzden 20-15 milyon yıl önce, kıtalararası kaymanın Afrika ile Güney Asya'yı birbirine bağladığı dönemde yaşamışlardır: İki kıta arasından denizlerin çekilmesi nedeniyle eskiden çok daha ormanlık olan bu tropikal bölgeler, savanalar ya da otlaklarla örtülmüştür.
Tarihöncesi Afrika
Arkeologlar, Ramapithecus adı verilen ve günümüzden yaklaşık 14 milyon önce bu topraklarda yaşayan bir maymun türünün, insanın atası olduğunu düşünmektedirler. Ramapithecus'on büyük bir olasılıkla henüz art ayakları üstünde yürüyemediği, ama günümüzden 8-5 milyon yıl önce bu yeteneği kazanmış türlerinin yaşadıkları bilinmektedir. İnsansılarla ilgili en önemli bulgulara Etyopya'da, Afar ve Omo vadilerinde rastlanmıştır. Ayrıca, Kenya'daki Turkana gölü kıyılarında, Tanzanya'da ve Güney Afrika Cumhuriyeti'nde çeşitli bölgelerde bazı bulgular elde edilmiştir. Bunlar arasında üç farklı Australopithecus türünün kalıntıları önemlidir: A. Africanus, daha sonra yaşamış olan A. Robustusve A. Boisei. Birçok arkeolog A. Afri-canus'u ilk insansı saymaktaysa da, bu konudaki tartışmalar henüz sürmektedir. Söz konusu türlerin alet yapıcı ya da alet kullanıcı olup olmadıkları da kesin olarak aydınlatılmamıştır. Bu yeteneklerin, son Australopit hecus'ların soyu tükendikten sonra gelişmiş başka bir insansı türü olan Homohabilis'te ortaya çıkmış olması daha güçlü bir olasılıktır.
Afrika'da Taş Devrinin Orta Dönemi: Afrika'da bilinen en eski taş aletler, Doğu Turkana'da ve Olduvai boğazında bulunan (bu nedenle ilk taş aletlere, baltalara "oldovan" adı verilir), günümüzden 2 milyon yıl önceden kalma aletlerdir.
Daha gelişmiş, iki yüzlü, oval ya da uçları sivriltilmiş oval, iç yüzleri de bilenmiş ve belirli bir biçim verilmiş aletlerse, günümüzden 1 milyon yıl önceden kalmıştır.
Bu tür iki yüzlü, "el baltası" da denilen aletler Fransa'da ilk kez bulundukları Acheul yöresinin adından "aşölyen aletler" diye adlandırılır. Aşölyen aletlerle ilgili bulgulara, genellikle insansıların oldukça gelişmiş bir türü olan Homoerectus' la ilgili bulgular eşlik etmiştir. Buna dayanılarak, söz konusu insansı türünün, Doğu Afrika'da ortaya çıkmasından sonra, aşölyen aletleri Afrika'nın öteki yörelerine olduğu kadar, Asya ve Avrupa'ya da taşıdığı ileri sürülmüştür. Homo erectus'un beyninin, Austropithecuslar'ınkinin iki katı, ama günümüz insanlarının beyninin yalnızca üçte ikisi kadar olduğu anlaşılmıştır. Homo erectus kalıntılarına rastlanan yerler Afrika'da Fas'ta Sdi Abdurrahman, Cezayir'de Ternifin,Etyopya'da Melka Konture, Kenya'da Peninj, Güney Afrika Cumhuriyeti'nde Stellenbosch, Swartkrans, Vereeniging, Sterkfontein'dir. Daha sonra aşölyen uygarlığı (Acheul uygarlığı da denir), günümüzdeki Büyük Sahra (o dönemde çöl değildi) yörelerinde de yayılmıştır. Bulunan önemli arkeoloji alanları Kenya'da Olduvai boğazı ve Olorgesailie, Zambiya'da Kalambo çağlayanları, Zaire'de Kamoa, Güney Afrika Cumhuriyeti'nde Hearths mağaralarıdır.
Aşölyen aletler uygarlığı uzun bir süre, günümüzden 100 000 - 50 000 yıl önceye kadar sürmüş, onu daha sonra Afrika'nın güney kesiminde Fauresmith, orta ve batı kesimlerindeyse Sangoan uygarlıkları izlemiştir. Bu dönemdeki insan türleri, aynı dönemde Avrupa'daki ve Batı Asya'daki Neanderthal insanı türleriyle karşılaştırılabilir.
Taş devrinin ortalarında, Afrika'da çok daha geniş bir bölgesel çeşitlilik gözlenmeye başlanmıştır. Nüfus artışına ve farklı çevre koşullarına uyum gösterilmesine, daha gelişmiş alet uygarlıklarının ortaya çıkması eşlik etmiştir. Avcılık, balıkçılık ve toplayıcılık temel yaşama biçimi olmakla birlikte, farklı çevrelerin kaynaklarını kullanmak için, farklı "strateji"lere başvurulmaya başlanmıştır.
Aşölyen dönemin tahta mızrakları, daha sonra taş uçların kullanılmasıyla daha öldürücü bir biçim almış ve Homo sapiens sapiens'in Afrika'da görüldüğü Taş devrinin son döneminde, ok ve yayın yanı sıra, tahta, taş ve kemiğin birarada kullanıldığı aletler ortaya çıkmıştır.
Afrika'da Taş Devrinin Son Dönemi: Kuzeybatı Afrika'da Ateryen uygarlığının (günümüzden 40 000 -25 000 yıl önce) yerini, Taş devrinin orta döneminde Oranyen uygarlığı (günümüzden 14 000 - 8 000 yıl önce) ve Kapsiyen uygarlığı (günümüzden 7 600 - 4 000 yıl önce) almıştır. Büyük Sahra'nın güneyinde Taş devrinin son dönemi (Cilalıtaş dönemi), günümüzden 40 000-10 000 yıl kadar önce başlamıştır. Bu dönemde kullanılmış aletler, dönemin toplumlarında avcılığın önemli bir ekonomik etkinlik olduğunu ortaya koymuştur. Doğanın sunduğu ürünlerin toplanması da kuşkusuz ekonomide önemli bir yer tutmuştur ama, bununla ilgili arkeoloji buluntuları çok daha azdır.
Nüfus arttıkça, farklı çevrelerde yaşamaya koyulan farklı toplumlar, bu çevrelerin koşullarına uygun farklı alet teknikleri geliştirmişlerdir. Söz konusu topluluklar mevsimden mevsime göçmüşlerdir ve Nübye'de, Mısır'da Nil vadisinde ele geçirilen buluntular, yabani tahılların yoğun biçimde toplandığını ortaya koymaktadır. İ.Ö. X. binyıldan kalma Nübye mezarlarında, taş ok uçları ve öldürülmüş cesetler bulunmuş olması, bir iç savaş yapılmış olduğunu düşündürmektedir. Güney Sahra ve Sahil bölgesi İ.Ö. 6000-4000 yılları arasında daha sulak olduğundan, o dönemde bu bölgede yaşayanlar beslenmelerinde ırmak ve göllerden tuttukları balığa daha çok yer vermişlerdir. Bu tür yaşama biçimi, Doğu Afrika'nın Büyük Göller bölgesine kadar yayılmıştır.
Hayvancılık ve Tarımın Başlaması: Büyük Sahra'nın orta kesimleri günümüzdekinden daha sulak olduğundan, özellikle yüksek kesimlerinde, büyükbaş hayvan yetiştiriciliği başlamıştır. Avrupa'daki Tarihöncesi'nden kalma mezarların duvarlarına yaygın biçimde resmi yapılmış olan sığırın, Kuzey Afrika öküzünün evcilleştirilmesinden türediği ve Tunus ile Mısır üstünden dünyaya yayıldığı düşünülmektedir.
İ.Ö. V. binyılda Nil'in aşağı vadisindeki insanların, tahıl tarımı yaptıkları ve ektikleri buğday ile arpayı, Nil'in sularından yararlanarak suladıkları ortaya konmuştur. Afrika'nın bazı bölgelerinde kuru tarım yöntemleriyle buğday ve arpa yetiştirmek olanağı bulunmadığından, bölgeye özgü bazı yabani bitkilerin ekilmesine başlanmasıyla günümüzdeki bazı tropikal Afrika tahılları ortaya çıkmış ve batıda Senegal'den Güney Sahra'ya doğuda Etyopya'dan Büyük Göller bölgesinin kuzeyine kadar uzanan geniş bir alanda yetiştirilmiştir.
İ.Ö. III. binyılda BüyükSahra kuraklaşmaya başlayınca, dolayısıyla da balıkçı kabileler yaşamları için gerekli bazı yabani bitkileri bulmakta zorlanmaya başlayınca, tahıl tarımı yaygınlaşmıştır. Nedeni ne olursa olsun, hayvanların evcilleştirilmesinin Kuzey Afrika'da başladığı ve keçiler, koyunlar, domuzlar, kısacası bütün evcilleştirilmiş hayvanların, Afrika'nın öbür bölgelerine bu kuzey köşeden yayıldıkları kesindir.
TUNÇ DEVRİ VE DEMİR DEVRİ:
Büyük Sahra'nın bazı bölgelerinde Tunç devri hiç yaşanmamış, farklı zamanlarda ve farklı yerlerde, doğrudan doğruya Taş devrinden Tunç devrine geçilmiştir. Yalnızca Nübye'de ve batıda Moritanya'da, bakırın alet ve silah yapımında kullanıldığı bir dönem olmuştur. Moritanya bölgesinde çok sayıda bakır ok ucu ve başka aletler ortaya çıkarılmıştır ve bu bölgede Tunç devrinin metalürji deneyimleri sonucunda mı ortaya çıktığı, yoksa Kartacalıların etkisi altındaki Kuzey Afrika'dan mı Batı Sahra'ya getirildiği bilinmemektedir. Kartaca kenti İ.Ö. IX.yy'da kıtaya ayak basan Fenikeliler tarafından kurulmuş, demir, Mısır'da yaygınlaşmadan önce, Kartaca'da alet ve silah yapımında sık sık kullanılmıştır. Mısır'ın etkisinde olmakla birlikte bağımsızlığını koruyan Meroe Krallığı'nda da demir İ.Ö. IV. yy'da yaygın biçimde kullanılmış, İ.S. II. yy. başlarında, Meroe Krallığı önemini yitirirken, Güney Arabistan'dan Etyopya'nın yüksek kesimlerinde yerleşmiş olan Sami dili konuşan toplulukların kurduğu Aksum krallığı ön plana çıkmıştır.
Bu döneme kadar bütün savana topraklarında tarımla uğraşmış kabileler ortaya çıkmış, Batı Afrika'nın doğusundaki ormanlarda da besin tarımı başlamıştır. Doğu Nijerya'nın orta kesimi ile Kamerun'da yaşayan Bantu dili konuşan topluluklar, savanalara doğru ve doğuya ve günümüzdeki Orta Afrika Cumhuriyeti'nin kuzey kesimindeki orman sınırına göçmeye başlamış, bu göç sırasında kuzeydoğuda yağmur ormanlarına ulaşınca, güneye yönelmişlerdir. Bu göç hareketine yol açan neden bilinmemektedir.
Aynı topraklardan (Güney Kamerun'dan) yola çıkan bir başka Bantu topluluğu da, ekvator ormanlarının güneyindeki savanalara ulaştı. Bantu halklarının bu doğu ve batı kolları birleşip, Winhdhoek'den, Port Alfred'e kadar uzanan çizgide Güney Afrika'ya yayıldılar. Yayıldıkları bölgede yaşayan, avcılık ve toplayıcılıkla geçinen Hoisanlar (aralarında da Buşmenİer), bazı kesimlerde kimliklerini yitirmeden, Bantu dili konuşan çitfçilerle bir arada yaşadılar; bazı kesimlerdeyse, Bantulara karışarak yok oldular. Batı Afrika'daysa, taş teknolojisi, başka yerlerde demirin kullanılmaya başlanmasından sonra bin yıl daha sürdü.
Nüfusun çiftçiliğe, yani yerleşik yaşama geçmesiyle, kent, kasaba gibi merkezî yerleşim birimleri oluşmaya başladı. Ama bu gelişme, her yerde birden başlamadı. Sahra Afrikası'nda iki durum merkezileşmeyi geciktirdi: Afrika'da yabani bitkilerin tarımına henüz başlanamamıştı; çünkü Mısır ve Avrupa'nın tersine, iklim koşulları nedeniyle, daha önce Güneybatı Asya'da tarımına başlanmış olan bitkiler, Afrika'da yetiştirilemiyordu; Mısır'da kentleşmenin başlamış olduğu sırada,İ.Ö. III. binyıldaki büyük kuraklık, Büyük Sahra bölgesini bir çöle dönüştürmüştü.
Bununla birlikte, Arapların Kuzey Afrika'yı fethetmeleriyle, birbirine uzak kasabalar kurulmaya başlandı. Büyük Sahra'nın güneyindeki yerel takas yöntemleri uzun mesafeli ticaretle kaynaştı. Bu gelişmeler daha sonra, kentleşmiş yerleşmelerin büyümesine ve siyasal gücün merkezîleşmesine . katkıda bulundu.
Eski Gana Krallığı, Batı Afrika ormanları ile İslam dünyası arasındaki altın ticaretiyle büyük bir refaha kavuştu. Bono Manso devleti ve Begho da aynı ticari uğraşla, altının toplandığı büyük Cenne pazarının yolu üstünde geliştiler. Benin, İfe ve İgbo-Ukvu da, Batı Afrika'nın zengin ve sanat açısından gelişmiş merkezleri arasına girdiler.
İslam dünyasına ve Hindistan'a istedikleri tropikal Afrika ürünlerini ve fildişini ulaştıran ikinci bir yol da, Doğu Afrika kıyılarını izleyen deniz yolu oldu. X. yy'dan başlayarak Basra körfezinden, daha sonra da kuzeybatı Hindistan'dan gelen denizciler, Hint okyanusunda muson rüzgarlarının avantajından yararlanarak, Somali kıyılarından Sofala'ya kadar, mal depoladıkları merkezler kurdular. Bunların en önemlisi Kilva'ydı. Zimbabve de, XIV. yy'da bu ticaretin orta noktasında yer almasından yararlanarak gelişti.
Not: Zimbabve'de Kyle gölü yakınındaki, ilk olarak İ.Ö. IV. yy'da çiftçi bir topluluğun yerleştiği bir yerde kurulmuş bir kentin, taş duvarlarının kalıntısı. XII. ve XV. yy'lar arasında, altın ve bakır ticaretinin Doğu Afrika'daki merkezi olmuştur.