Tarikatlar
İslam dininde, tasavvuf düşüncesine bağlı olanların Tanrı’ya ulaşmak için seçtikleri manevi yola tarikat denir. Arapça’da “yol” anlamına gelen tarikat sözcüğü tasavvufun ilk dönemlerinde (12. yüzyıl öncesi) her sufinin (tasavvuf düşüncesine bağlı kişi) kendi başına izlediği yolu nitelemek için kullanılıyordu. 12. yüzyıldan başlayarak sufiler şeyh denen önderlerin çevresinde topluluklar oluşturduklarında bu örgütlü hareketler de aynı adla anıldı.
Tarikatlar etkinliklerini âsitane, tekke, dergâh, hankâh, zaviye adı verilen ve her tarikata göre farklı özellikler taşıyan yapılarda sürdürürlerdi. Tarikatın merkezi, pir olarakda anılan kurucu şeyhin oturduğu yerdi. Şeyhin ölümünden sonra da tekke bu niteliğini korurdu. Eğer tarikat pirin ölmesinden sonra ortaya çıkmışsa, merkez tekke onun mezarının olduğu yerin çevresinde yapılırdı.
Her tarikatın kendine özgü bir giriş töreni vardı. Tarikata kabul edilip mürit ya da derviş olarak anılmaya başlanan kişi, aşamalı bir tasavvuf eğitiminden geçtikten sonra şeyhin halifeliğine kadar yükselebilirdi. Şeyh ölümünden sonra yerine geçecek kişiyi halifeleri arasından seçerdi. Bazı tarikatlarda da merkezdeki şeyh çeşitli yerlerdeki tekkelere atama yoluyla şeyh gönderebilirdi.
Tarikatlar Tanrı’ya ulaşmak için farklı yöntemler geliştirmişlerdi. Ama zikir (Tanrı’yı anış) ve çile (nefsi arındırma) hemen her tarikatta görülen ortak öğelerdir. Her tarikatın kurucu şeyhinin Hz. Muhammed’e bağlanan ruhani bir silsilesi vardı. Bu silsilede geçmişteki ünlü sufiler ile Hz.Ali ve Hz. Ebubekir’den biri mutlaka yer alırdı. Tarikat, silsilesi Hz. Muhammed’e Hz. Ali yoluyla bağlanıyorsa Alevi, Hz. Ebubekir yoluyla bağlanıyorsa Bekri olarak nitelenirdi. Tarikatları birbirinden ayıran önemli bir özellik de giyim kuşam biçimleriydi. Her tarikatın ayrı bir başlığı, giysisi, elde taşınan ya da göğüse takılan simgeleri bulunurdu. Bununla birlikte, Melamilik gibi, giyim kuşamla farklılaşmayı, halkın içinden ayrılarak tekkeye kapanmayı reddeden tarikatlar da ortaya çıkmıştır. Bazı tarikatlarda müzik ve sema (dans) da özel bir önem taşımıştır.
12. yüzyıldan bu yana İslam dünyasında yüzlerce tarikat kurulmuştur. Bunlardan bazıları yandaş bulamadığından ya da müritleri zamanla başka tarikatlara katıldığından kısa ömürlü olmuştur. Bazıları ise varlıklarını günümüze kadar sürdürmüştür. Tarikatların içinden, farklı yorum getiren şeyhlerin kurdukları kol ya da şube adı verilen dallar da çıkmış, bunların bazıları zamanla içinden çıktığı tarikatın yerini almıştır.
İslam dünyasında en eski tarikatların kurucusu olduklarından aktab-ı erbaa (dört kutup) olarak adlandırılan Abdülkadir Geylani, Ahmed er-Rıfai, Ahmed el-Bedevi ve İbrahim ed-Desuki’nin kurduğu Kadirilik, Rıfailik, Bedevilik ve Desukilik’ten başka Nakşibendilik, Sadilik, Çiştilik, Şazelilik ve Halvetilik en yaygın tarikatlardır. Anadolu’da kurulan tarikatlardan da en çok Mevlevilik, Bektaşilik, Bayramilik ve Celvetilik yaygınlık kazanmıştır.