Tiyatro ve Sinema Oyunculuğu
Tiyatro ve Sinema Oyunculuğu,bir öyküyü sahnede, perdede ya da ekranda söz ve hareketlerle canlandırma sanatıdır. Buna "rol yapmak” da denir. Aslında zaman zaman hepimiz rol yaparız. Eğer sıkıcı bir öyküyü dinlerken ilgileniyormuş gibi görünüyorsak ya da mutsuz olduğumuz zaman gülümsüyorsak, rol yapıyoruz demektir. Yani oyunculuk için her zaman ışıklandırılmış bir sahne, özel dekor ve kostümler gerekmez. Asıl gerekli olan canlandırılacak bir “olay” , oyuncular ve izleyicilerdir. Herkes bir dereceye kadar oyuncu sayılsa da, profesyonel oyunculuk, yani oyunculuğu meslek edinmek eğitim, disiplin ve yetenek gerektiren ciddi bir iştir.
Oyunculuk öğretilebilir mi sorusu 2.000 yılı aşkın bir süredir tartışma konusu olmuştur. Günümüzde temel oyunculuk çalışmaları ses eğitimiyle fiziksel eğitimi kapsar. Oyuncunun birbirinden değişik karakterleri inandırıcı bir biçimde canlandırabilmesi, sesini güçlü, etkili ve değişken bir biçimde kullanabilmesine bağlıdır. Fiziksel eğitim ise vücuda esneklik ve canlılık kazandırır. Çeşitli rollerde gerginlikle gevşeklik arasında denge kurmak ancak bedene egemen olmakla olanaklıdır. Oyunculuk eğitimi veren okullarda öğrencilerin kendi bedenlerini, seslerini, duygu ve düşüncelerini tanımalarına yardımcı olacak çalışmalar yapılır. Bir tiyatro okulunun programında şan, dans, mim ve eskrim gibi derslerin yanı sıra, doğaçlama (oyuncunun metne dayanmadan, ansızın bir şey yapmasını hedefleyen oyun tekniği), anlatım aracı olarak yüz yerine maske kullanma türünden uygulamalı dersler vardır. Ne var ki, böyle bir eğitim görmeden de yeteneğini kanıtlamış pek çok tiyatro ve sinema oyuncusunun bulunduğunu belirtmek gerekir.
Bir oyuncu kendini çok çeşitli teknikler için hazırlar. Örneğin, yakın plan çekim gerektiren televizyon oyununda kullanılan becerilerle, büyük bir tiyatroda 2.000 kişinin önünde oynamak için gereken beceriler aynı değildir. Kamerayla yapılan yakın çekimlerde mimiklerdeki en ufak değişiklik anında fark edileceği için gerçeklik duygusunun yaratılması daha büyük önem taşır. Ama her iki teknik de, izleyici kitlesine karakterin ne düşündüğünü ya da duyduğunu göstermenin farklı yollarıdır.
Bir oyunun ya da filmin gerçekleşmesi için bir yönetmene gereksinim vardır. Yönetmen, oyuncular arasında işbirliğini sağlayan, oyun ya da filmin bir sanat ürünü niteliği kazanmasında baş sorumluluğu alan kişidir. Prova sürecinde yönetmen ve oyuncular ortak bir çalışmayla karakterleri yorumlar. Her oyuncu yaratmakta olduğu karakteri çeşitli deneme ve değişikliklerle biçimlendirir. Bir oyuncunun belleği güçlü, sesi pürüzsüz ve kontrollü olmalı, soluğunu denetleyebilmeli, söylediği sözcükler kolayca anlaşılmalı, cümlelerin vurguları yerinde olmalıdır. Oyuncu, rolünün gerektirdiği beden şeklini benimseyebilmeli, gerek bedenine, gerek sesine egemen olabilmelidir. Oyuncudan ayrıca, beklenmedik durumlarda kıvraklık göstererek oyunda herhangi bir aksaklığı önlemesi de beklenir.
Diyelim ki, siz de bir oyunda rol alacaksınız. Önemli olan, izleyiciyi canlandırdığınız karakterin gerçekliğine inandırabilmektir.Bunun için de her şeyden önce o karakteri tüm özellikleriyle tanımanız gerekir. Önce elinizdeki metni yüksek sesle birkaç kez okuyun ve kendinize bazı sorular sorun: Oyun günümüzde mi, geçmişte mi, gelecekte mi geçiyor? Olay kendi ülkenizde mi, yoksa yabancı bir ülkede mi yer alıyor? Söz konusu yerin iklim özellikleri nelerdir? İnsanların ne gibi alışkanlıkları var? Canlandıracağınız karakter sizden genç mi. yaşlı mı? Bunu en inandırıcı biçimde yansıtabilmenin yolları neler? Oyunun dilinin ne gibi özellikleri var? Konuşmalar fiziksel hareketleri etkiliyor mu? (Örneğin sarayda geçen bir sahnede oyuncular hareketlerini en aza indirmeye özen göstererek konuşurken. bir pazaryerinde özgürce dolaşarak söyleşirler.) Tüm bunların yanı sıra, oyundaki karakterlerin birbirleriyle ilişkisi ve birbirlerine ilişkin düşünceleri de önem taşıdığı için, bunu da araştırmamız gerekir.
Metinle ilgili çalışmalarda oyun yazarının verdiği ipuçlarını çözümleyerek rolün özünü ve amacını bulabilirsiniz. Bundan sonrası yaratıcı düş gücünüze bağlıdır. Canlandıracağınız karakterle ilgili her yeni keşif yararlı olacaktır. Düş gücünüzü kullandığınız ölçüde, karakteri canlandırmada kazanacağınız başarı artar. Kendinizi o karakterin yerine koyun. Onun otobüse nasıl bineceğini, nasıl kahvaltı edeceğini, giyineceğini, otomobil kullanacağını, tenis oynayacağını ya da alışverişe çıkacağını düşünün. Bunun çok zevkli bir oyun olduğunu göreceksiniz; üstelik her yerde, her zaman oynayabilirsiniz. Düşünmeyi sürdürün, öbür oyuncularla konuşun, birbirinizle düşünce alışverişinde bulunun. Kendi kişiliğinizle o karakter arasında belki de çok büyük bir fark yoktur. Ama bu farklılıkların ne olduğunu anlarsanız, “yeni” karakterinizle her şeyi deneyebilirsiniz. Bir süre için başka biri olmak çok heyecan verici olabilir!
Oyunun provalarında bu deneylerden yararlanın. Canlandırmaya çalıştığınız karakterle değişik şeyler deneyin, bakalım oluyor mu? Yönetmeninizden öğüt isteyin; onun görevi size ne yapacağınızı söylemek değil, yardım etmektir. Oyunculuğunuzun doğal olup olmadığını araştırın. Çünkü sonuçta önemli olan izleyicilerin sizin rol yaptığınıza değil, gerçekten başka bir kişi olduğunuza inanmalarıdır.
Provalar deneme, hata yapma, yorumda bulunma ve her şeyden önce karar verme fırsatı sağlar. Oyunun metnine ilişkin yorumlar başta gelir. Metinde anlatılmak isteneni kavramak ve bunun nasıl iletileceğine karar vermek çok önemlidir. Örneğin hangi duygulara ağırlık verilecektir? (Bu öfke, gurur ya da kıskançlık olabilir.) Provalarda sahnede nasıl hareket edileceğine (belli bir cümlenin ayakta mı, yoksa oturarak mı söyleneceğine), nasıl giyinileceğine karar verilir. Ayrıca giyimi bütünleyecek baston, kılıç, çanta ya da gözlük türünden eşya gerekebilir. Peruk mu takacaksınız, yoksa kendi saçınız uygun mu? Görünüşünüzü değiştirmek için makyaja gerek varsa, bunu nasıl yapacaksınız? Eğer obur birini canlandıracaksanız, ağzınıza ara sıra bir şeyler atmayı unutmamalısınız. Gördüğünüz gibi. provalarda düşünülecek çok şey vardır ve hepsine yetişmek için zaman hiç yetmeyecekmiş gibi gelir.
Canlandırdığınız karakterin nasıl bir kişi olduğunu ve neyi niçin söylediğini kavradıktan sonra, provalarda artık hiç çaba harcamadan cümlelerinizi hatırlamaya başladığınızı fark edeceksiniz. Gene de, eksiksiz ezberleyebilmek için çok sıkı çalışmanız gerekecektir. Bu konuda öbür oyunculardan yardım beklerken siz de onlara yardım etmelisiniz. Çünkü oyunculukta başarı ekip çalışmasıyla olanaklıdır. Cümleleri ezberlerken bunları yalnızca sözcükler olarak görmeyin, ne anlama geldiklerini, sizden önce ve sonra konuşanların sözleriyle ilişkisini düşünün. Bu da sizden önceki oyuncunun son sözlerini, yani sizin lafa başlamanız için işaret olacak sözleri ezberlemenize yardımcı olacaktır.
Oyunun başarısı oyuncuların yaratıcılığına ve yorumuna bağlıdır. Sahnedeyken yalnızca konuşma sıranız geldiği zaman değil, her an rol yapmanız gerektiğini unutmamalısınız. İyi bir oyuncu, öbür karakterler konuşurken dinleyerek ve dikkatini onlara vererek sürekli oyunun içinde olur. Sahnedeki oyuncuları dinlediğinizi, yerine göre şaşırmış görünerek, gülerek, öksürerek ya da sabırsızlıkla ikide bir saatinize bakarak belirtebilirsiniz. Ama bunları yaparken, izleyicilerin dikkatini kendinize çekerek oyundaki daha önemli bir kişinin rolünü çalmaktan kaçınmalısınız. Oyuncu arkadaşlarınıza ve yazarın yapıtına karşı saygılı olmalısınız.
Sahnede ya da kameranın karşısında hiçbir şey yapmadan durmak çok zordur. Dikkatinizi öbür oyuncuları dinlemeye yöneltir ve kendinizi gevşek bırakırsanız bu zorluğu yenersiniz. Sahnede hiçbir şey yapmadan durma sanatının ustası olmaya çalışın; oyunculuğunuzun en güçlü yönü bu olabilir.
Oyunculuğun Başlangıcı
Eski Yunan'da şarap tanrısı Dionysos’u kutsamak için düzenlenen şenliklerde başlangıçta sadece koro yer alırken, İÖ 6. yüzyılda Atmalı şair Thespis, korobaşıyla karşılıklı konuşmaya girerek, tarihte ilk oyunculuk örneğini verdi.
Eski Yunan'da oyuncular toplumda saygı görürdü, oysa Roma İmparatorluğu döneminde aşağılandılar. Hıristiyanlık’ın Roma'da kabul edilmesinden sonra oyunculuk yasaklandı ve 6. yüzyıldâ tiyatrolar kapatıldı.
Ortaçağda ilk oyunlar kilise törenlerinden doğdu. Bu oyunlar Avrupa’da birçok ülkede din görevlileri ve koroda şarkı söyleyen çocuklar tarafından oynanıyordu. Giderek kilise topluluğundan bazı kişilerin de oyunlarda rol almasına izin verildi, ama kadınlara oyunculuk yasaktı. Oyuncu sayısı arttıkça daha geniş bir sahne gerekti ve oyunlar önce kiliselerin avlusunda, bir süre sonra da arabalarda sahnelenmeye başlandı. Arabaların kentin sokaklarında dolaşması kent halkının oyunları izlemesine olanak veriyordu. Her arabada Kutsal Kitap’tan değişik bir öykü canlandırılıyor, bu konuda kentlerdeki çeşitli loncalar işbölümü yapıyordu. Örneğin Nuh’un Gemisi öyküsünü gemi yapımında çalışanlar, Hz. Yunus ile balina öyküsünü balıkçılar sahneliyordu. Bu oyunlara mucize oyunu ya da gizem oyunu deniyordu.
Profesyonel Oyuncular
Ortaçağdaki dinsel oyunlarda rol alan herkes amatördü. Bu uğraşıda kazanç amacı güdülmüyordu. Zamanla oyunlar dindışı bir nitelik kazanınca kilise görevlileri oyunculuktan çekildi ve işi kilise dışındaki kimselere bıraktı. 16. yüzyılda, Rönesans'la birlikte tiyatroda oyunculuğu meslek edinmiş profesyonel sanatçılar rol almaya başladı. İtalya'da bu dönemde halk arasından yetişmiş ve halka seslenen oyunculardan oluşan commedia dell’arle adlı tiyatro toplulukları kuruldu. Dinle bir ilgisi olmayan bu topluluklardaki oyuncular halk tiplerinden esinlendi ve uşak, asker, tüccar. âşık gibi bir dizi tip yarattı. Hep aynı rolü oynayan bazı oyuncular rollerini öylesine benimsiyordu ki. kendi adlarını değiştirip canlandırdıkları karakterin adını alarak en sevdikleri tiple özdeşleşiyorlardı. Belli bir temayı işleyerek doğaçlama oynanan bu oyunlar şarkı, dans, akrobasi, palyaçoluk ve mim türünden gösterileri de içeriyordu. Kadınlar Eski Yunan’da oyunculuk yapamaz. Eski Roma’da ve ortaçağda ise pek seyrek sahneye çıkarken, ilk profesyonel kadın oyuncular commedia dell'arte topluluklarında ortaya çıktı. En ünlüleri de Isabella Andreini'ydi (1562-1604).
İngiltere'de Kral VII. Henry, “ara oyunu” denen kısa oyunlar oynamaları için bir erkekler tiyatro topluluğu kurdurdu. Kraliçe I. Elizabeth tahta çıktığında, sarayın ya da soyluların koruduğu birçok profesyonel oyuncu topluluğu vardı. O dönemde oyuncular böyle bir koruma altına girmezse serseri sayılıyor, yolculuk yapmalarına izin verilmiyor, tutuklanıp cezalandırılabiliyordu. Oysa, örneğin “Leicester Kontu’nun Oyuncuları” adlı bir toplulukla rahatça yolculuk ederek oyunlarını sahneleyebiliyor ve izleyicilerin ödediği parayla geçimlerini sağlayabiliyorlardı.
I. Elizabeth döneminin en ünlü oyunlarını aynı zamanda oyuncu olan William Shakespeare yazdı. Shakespeare’in Hamlet, Kral Lear, Othello, III. Richard gibi ünlü karakterlerini sahnede ilk canlandıran oyuncu James Burbage’dı (1531- 97). Burbage’ın oyunculukta en büyük rakibi Edward Alleyn’di (1566-1626). Alleyn yaşadığı dönemde çok beğenilen bir oyuncuydu; nerede sahneye çıksa, halk onu görmeye koşardı.
Bu topluluklarda kadın oyuncu yoktu. Kadın rollerini ince sesli, zarif davranışlı delikanlılar canlandırırdı. Hatta yalnızca çocuk oyunculardan oluşan topluluklar bile vardı.
İngiliz İç Savaşı’nın (1642-51) başlangıcında tüm tiyatrolar kapatıldı, çünkü Oliver Cromwell’i destekleyen Püritenler tiyatronun kötülüğe yol açtığını düşünüyorlardı. Gene de, halka açık tiyatroların yasaklanmasına karşın, evlerde gizlice tiyatro oynatılırdı.
İngiltere’de tiyatrolar 18 yıl boyunca kapalı kaldı. 1660’ta başlayan Restorasyon döneminde Kral II. Charles’ın yüreklendirmesiyle, oyunculuk yeniden canlandı. Bu dönemde ilk kez profesyonel kadın oyuncular sahneye çıktı. Bunlardan en tanınmışı Nell Gwyn’di (1650-87). Thomas Betterton (1635-1710) trajedi oyuncusu olarak büyük başarı kazandı. O dönemde, oyunlardaki uzun, ağdalı konuşmalara uygun olarak son derece ağır bir oyunculuk tarzı geçerliydi. 1741'de David Garrick (1717-79) adlı genç bir oyuncu bu geleneğin değişmesine yol açtı.
Garrick’in anlamlı bir yüz ifadesi, ışıl ışıl parlayan gözleri vardı ve rolünü, izleyicileri çok etkileyen rahat, doğal bir biçimde oynuyordu. 35 yıl boyunca Shakespeare’in trajedi ve komedilerini başarıyla yorumladı. Başka oyuncuları taklit etmedi; gerçek yaşamdaki insanları inceleyerek her rolü kendi düşündüğü gibi oynadı, bu da onun sahnede daha doğal görünmesini sağladı. Çok tutulan bu oyunculuk tarzı giderek eskisinin yerini aldı. Garrick aynı zamanda oyunlar yazdı ve sahnede gizli bir ışıklandırma sistemi uyguladı. Londra’daki Drury Lane Tiyatrosu'nda sahnelenen oyunları için hazırladığı manzara resimli dekor panoları benzersizdi.
Garrick’ten sonraki oyuncular da onun gibi doğal oyunculuk tarzını benimsediler. Kadın oyunculardan Sarah Siddons (1755-1831) bunların en başarılılarından biriydi. Ünlü tiyatro oyuncuları yetiştirmiş bir aileden geliyordu. 1783’te Londra'da sahneye ilk çıkışından başlayarak büyük bir ilgi gördü. Olağanüstü yetenekli bir oyuncu olan Sarah yalnızca rol yapmıyor, oynadığı karakterle neredeyse özdeşleşiyordu. Özellikle trajedilerde çok etkileyici bir oyun çıkarıyordu. Anlatıldığına göre, bir oyundaki ölüm sahnesinde öyle inandırıcıydı ki, izleyiciler onun gerçekten öldüğünü sanmıştı.
18. yüzyılın ortasında İngiltere'den ABD’de Virginia’ya giden konuk oyuncular yerleşik tiyatrolar kurdular. Charles ve Mary Stagg’in, Virginia’da Williamsburg kentindeki tiyatrosundan başka, Philadelphia ve New York'ta da tiyatrolar kuruldu. ABD'nin ilk ünlü tiyatro sanatçıları William Dunlap (1766- 1839) ve Joseph Jefferson’dı (1829-1905).
19. yüzyılın başında İngiltere'de yeni bir tiyatro yıldızı parladı. Bu, çocukluğu tiyatroda geçmiş bir yetim olan Edmund Kean’di (1789- 1833). Kean hem usta bir oyuncu, hem de bir yenilikçiydi. Doğal oyunculuk anlayışını yeniden gündeme getirdi. Oyunculuk sanatı üzerinde kalıcı etkiler bıraktı. Bir dahi gözüyle bakılan Kean’in oyunculuğunun etkisinde kalan izleyicilerden bayılanlar olurdu. Çok içen ve çelişkili davranışları olan Edmund Kean 1833’te sahnede düşüp öldü. Bu dönemin öbür ünlü oyuncuları William Macready (1793-1873) ve oyunculuğunun yanı sıra, Londra ile New York’ta sahneye konan 100’den fazla oyunun yazarı olan Dion Boucicault (1820-90) idi. İngiltere’de ün kazanan ilk ABD’li oyuncu ise Edwin Booth’du (1833- 93).
1871’de Londra’da halk Henry Irving (1838-1905) adında bir oyuncudan söz etmeye başladı. Irving’in kendine özgü abartılı bir oyun tarzı vardı. Bu yüzden eleştirilse de izleyicilerden büyük ilgi görüyordu. İlk oyuncu yöneticilerden olan Irving kendi tiyatrosunu kurarak, ünlü kadın oyuncu Ellen Terry (1847- 1928) ile 24 yıl boyunca başarılı oyunlar sergiledi. Henry Irving 1895'te, tiyatrodaki hizmetlerinden ötürü “sir” unvanı ile onurlandırılan ilk oyuncu oldu. Bu bütün oyuncular için büyük bir aşamaydı; böylece artık İngiltere’ de oyunculuk bir meslek olarak kabul edilmiş oluyor ve oyuncular “serseri” tanımından kurtuluyordu.
İkisi de kadın olan iki ünlü Avrupalı oyuncudan söz etmeden geçemeyiz: Sonsuz çeşitlilik gösteren oyunculuğuyla İtalyan Eleonora Duse (1858-1924) ile şiirsel yorumları en iyi trajedilerde ortaya çıkan ve “altın ses”iyle tanınan Fransız Sarah Bernhardt. Birçok ülkede hayranlıkla izlenen Eleonora Duse, Gabriele d’Annunzio’ nun (1863-1938) ve Henrik Ibsen’in yapıtlarındaki kadın kahramanlara getirdiği yorumlarla dikkati çekti. En zor rollerin başarıyla üstesinden gelen Sarah Bernhardt, sakatlandıktan sonra bile sahneyi terk etmedi. Aynı dönemde yaşayan bu iki sanatçıdan hangisinin daha yetenekli olduğu konusunda izleyiciler tartışmaya girerdi. Bir keresinde Londra’da, bir oyunun iki ayrı çevirisinde aynı rolü biri Fransızca, öbürü İtalyanca oynadı.
Modern Oyunculuk
19. yüzyılın sonlarında Rus tiyatro oyuncusu, yönetmeni ve kuramcısı Konstantin Stanislavski (1863-1938), oyuncunun dikkatini geçmişteki yoğun, duygusal bir olayın anısı üzerinde toplayarak, yeri geldiğinde bunu belli bir sahnede kullanmayı öğrenebileceğini savunuyordu. "Duygusal bellek" olarak nitelenen bu öğreti 20. yüzyılda oyunculuk sanatını büyük ölçüde etkiledi.
Alman oyun yazarı ve kuramcısı Bertolt Brecht ise “yabancılaştırma etmeni” ile oyunculuk sanatını Stanislavski’den farklı bir yönde etkiledi. Ona göre, oyunun özünü daha nesnel bir biçimde aktarabilmeleri için, oyuncuların yorumladıkları karakterin zamarı zaman dışına çıkmaları gerekiyordu. 1949’da kurduğu Berliner Ensemble adlı tiyatro topluluğu bu kurama uygun oyunlar sergiledi. Ünlü oyuncuları arasında Brecht’in eşi ve ölümünden sonra Berliner Ensemble’ın yöneticisi olan Helena Weigel (1900-71) ile şarkıcı ve oyuncu Lotte Lenya (1900-81) vardı.
20. yüzyılda oyunculuk sanatını önemli ölçüde etkileyen bir başka gelişme de oyun yazarı, şair, oyuncu ve kuramcı Antonin Artaud’nun (1896-1948) “Vahşet Tiyatrosu”dur. Uygarlığın insanı kendi özüne yabancılaştırdığını ve dayanılmaz bir baskı altında tuttuğunu savunan Artaud, tiyatronun işlevinin insanı bu baskıdan kurtarmak olduğuna inanıyordu. Oyuncu ile izleyici arasındaki sahne engelini kaldırarak gizemli sözler, fısıltılar, iniltiler, çığlıklar ve ışık efektleriyle oyuncunun izleyiciyle psikolojik bir bağ kuracağı görüşündeydi. Artaud’nun görüşleri Fransa’da JeanLouis Barrault ve Jean Vilar ile ABD’de Living Theatre (Yaşayan Tiyatro) topluluğunun oyunlarını etkiledi.
Bu etkilerle birlikte, yeni oyunların kahramanlarının tarihsel kişiler yerine günümüzün sıradan insanları olması modernleşmenin başlıca öğelerindendir. İngiltere’de Sir Laurence Olivier, Sir John Gielgud, Sir Ralph Richardson, Sir Alec Guinness, Dame Sybil Thorndike, Dame Edith Evans ve Dame Peggy Ashcroft klasik oyunlar kadar, modern oyunlardaki başarılarıyla da dikkati çektiler.
20. yüzyılda sinema sanayisi hemen hiç oyunculuk deneyimi olmayan film yıldızları yarattı. Bu arada birçok tiyatro oyuncusu da sinemaya geçti. ABD’de sessiz sinemanın ünlü oyuncuları arasında Mary Pickford, Lillian Gish. Rudolph Valentino ve Douglas Fairbanks sayılabilir. "Sille tokat” (slapstick) türünde komediler Buster Keaton. Stan Laurel ve Oliver Hardy’yi yıldızlığa yükseltti. Sesli sinema ile birlikte ise Greta Garbo, Charles Laughton, Orson Welles, Louis Jouvet, Spencer Tracy, Katherine Hepburn, Bette Davis, Flenry Fonda. James Stewart, Joan Crawford, Ingrid Bergman gibi üstün yetenekli oyuncular yetişti. Charlie Chaplin sessiz sinemada olduğu kadar, sesli sinemadaki ustalığıyla da oyunculuk yeteneğini kanıtladı.
1947’de ABD’de, New York kentinde kurulan ve oyunculuk eğitimi veren Actors Studio, Stanislavski yönteminin uygulandığı önemli bir merkez oldu. Marlon Brando, James Dean, Montgomery Clift, Rod Steiger, Geraldine Page gibi ABD tiyatro ve sinemasının önde gelen oyuncuları burada yetişti.
Büyük Dünya Bunalımı ve II. Dünya Savaşı sırasında ABD’de, insanları katı gerçeklerden uzaklaştırmak amacıyla, müzik ve dansın bir olay örgüsüyle birleştiği gösteri ve filmler ortaya çıktı. “Müzikal” olarak nitelenen bu gösteriler yeni bir oyuncu türünün doğmasına yol açtı. Müzikallerin ünlü oyuncuları, Judy Garland, Mickey Rooney, Ruby Keeler, Nelson Eddy, Jeanette MacDonald, Bing Crosby, Fred Astaire, Ginger Rogers, Gene Kelly gibi sanatçılardı. Bu sanatçıların çoğu, şarkı söylemekte ve dans etmekte olduğu kadar, oyunculukta da ustaydı.
Günümüzde tiyatro, sinema ya da televizyon oyunlarındaki başarılarıyla tanınan Glenda Jackson, Vanessa Redgrave, Jane Fonda, Maggie Smith, Jack Lemmon, Dustin Hoffman ve Jack Nicholson dünya çapında ünlü sanatçılardır. Bu yetenekli oyunculardan bazıları İngiltere’deki Ulusal Tiyatro ve Kraliyet Shakespeare Topluluğu’nda, New Y ork’ta Broadvvay’deki ve Broadway dışındaki tiyatrolarda ya da Kanada’da Ontario eyaletindeki Stratford Shakespeare Festival Tiyatrosu gibi önde gelen tiyatrolarda da sahneye çıkmaktadırlar.