Turizm
Turizmin insanların çoğu için yaşamın bir parçası haline gelmesi çok yakın zamanlarda gerçekleşmiştir. 1830’lardan önce askerler, denizciler, kâşifler, tüccarlar, hacılar ve göçmenler dışında kalan insanların ülkeden ülkeye gittikleri ya da ülke içinde yolculuk ettikleri pek sık görülen şeylerden değildi.
Ulaşım araçlarının ilkel olduğu dönemlerde bir yerden bir yere gitmek yorucu, tehlikeli ve zaman alıcıydı. Yolların iyileşmesiyle birlikte, buharlı gemi ve tren gibi ulaşım araçlarının kullanılmaya başlanması işleri kolaylaştırdı. Eskiden yelkenliyle Manş Denizi’ni geçmek yarım gün sürerken, bugün aynı yol hoverkraftla yarım saatte alınabilmektedir.
İnsanlar, düşmana karşı savunma, yiyecek alma, ürün satma ya da baskıdan kaçma gibi yaşamak için zorunlu durumlar dışında pek yolculuk etmezlerdi. Gezginlerin yolculuklarıysa her zaman kuşku uyandırırdı. Belki yabancı bir ülkenin casusuydular; belki de değerli ticaret sırlarını çalmak için gelmişlerdi. Gezginler kimliklerini kanıtlamak ve “güvenli geçiş” şanslarını artırmak için yanlarında özel bir belge taşırlardı. Bu belge bugün ülkeler arası yolculuklarda kullandığımız pasaportun ilk biçimidir.
Günümüzde, demokrasi ile yönetilen ülkeler yurttaşlarına hemen hemen sınırsız dolaşım özgürlüğü tanımaktadır. Ne var ki, önceleri durum böyle değildi. Avrupa’da feodalizm döneminde, çalışan insanların yaşadıkları bölgeden ayrılmaları yasaktı. Yabancı ülkelere ancak devlet işleri için ya da geçerli ticari bir nedenle ve kralın özel onayı alındıktan sonra gidilebilirdi.
Kâşiflerin hammadde kaynağı ülkeler ve ürünlerin satılabileceği yeni pazarlar bulmaya başlamasıyla yolculuklar arttı ve tüccarlar bu konuda daha bağımsız hareket etmek istediler. Uluslararası ticaretin yararları anlaşıldıkça gezginlere duyulan kuşkular azaldı.
Bugünkü anlamda tatil feodal dönemde bilinmiyordu. Ücretler çok düşük olduğu için yalnızca zengin bir azınlık çalışmamayı ya da çalışmaya ara vermeyi göze alabiliyordu. Dinlenme günleri, dinsel görevlerin yerine getirildiği günlerdi. Hıristiyan topluluklarda Noel ve Paskalya gibi kutsal günler kilise ayinlerinin yanı sıra şenlik ve törenlerle kutlanırdı. Böylece sıradan insanlar yaşamak için sürdürdükleri aralıksız çalışmaya bir süre ara vererek eğlenebiliyorlardı. İslam ülkelerinde ise Ramazan ve Kurban bayramlarında çalışılmazdı. Oyun ve eğlence ile sınırlı olmayan bu bayramlarda dinsel görevler yerine getirilir, aile büyüklerinin evlerine gidilerek saygı gösterilirdi. Yahudiler’in kutsal günleri ise duaya ve perhize adanır ve bu günlerde çalışılmazdı.
Çalışan insanların daha uzun süre dinlenebilmeleri, ülke ekonomilerinin güçlenmesi ve zenginliğin daha eşit dağılımı için verilen mücadeleler sonucu gerçekleşebildi. 17. yüzyılın başlarında Avrupa’daki krallık ailelerinin üyelerini örnek alan insanlar, sağlık için yararlı olduğu varsayılan şifalı suları keşfettiler. Sonraki 250 yılda İngiltere’de Bath, Almanya’da Baden-Baden ve New York’ta Saratoga Springs gibi kaplıcalar tatil merkezleri haline geldi. 19. yüzyılın başlarında İngiltere’de deniz kıyılarında yeni yerleşme yerleri kuruldu. Zamanla buralarda tatil yapanların sayısı arttı. Bunun başlıca nedenleri kişisel gelirlerin artması, demiryolu taşımacılığının yaygınlaşması, tatillerin sağlık için yararlı olduğunun anlaşılması ve çalışanların dinlenmeye hakkı olduğunun işverenlerce kabul edilmesiydi.
İngilizler için ülke dışında tatiller, özellikle de 18. yüzyılda Avrupa başkentlerini kapsayan “büyük tur” , 1855’e kadar zengin soyluların bir ayrıcalığı olarak kaldı. Bu tarihte İngiliz girişimci Thomas Cook önce Avrupa’ya, sonra da Mısır’a tatil turları düzenlemeye başladı. Thomas Cook’un daha önce İngiltere’deki demiryolu şirketleriyle birlikte başlattığı başarılı günlük turlar gibi bu yurtdışı turların da günümüzün “paket” turlarına benzer bir yapısı vardı. Bu turlar ulaşım, konaklama, gezi ve yiyecek giderleri gibi her türlü harcamayı kapsayan uygun fiyatlarla yapılıyordu.
Bütün yolculuk hazırlıklarını başka birine bırakma düşüncesi yeni ve çok çekiciydi. Thomas Cook 1864’te oğlu John’u da yanma alarak, hâlâ kendi adlarını taşıyan uluslararası seyahat acentasını kurdu. Yurtdışına yolculuk ederek yeni yerler görüp yeni insanlar ve kültürlerle tanışmanın, yeni yiyecekler tatmanın, değişik görenek ve dilleri öğrenmenin çekiciliği arttıkça yeni yeni seyahat acentaları kuruldu.
Turizm sözcüğü ilk kez 19. yüzyılda bazı İngilizler’in Avrupa’ya yaptıkları yolculuklar için kullanılmaya başlandı. II. Dünya Savaşı (1939-45) sonrasına kadar, temel ulaşım aracı, günümüzde de uzun denizaşırı yolculuklar için kullanılan gemiydi. 1940’ların sonundan başlayarak, hava ulaşımının gelişip yaygınlaşması
sonucu turist sayısı hızla artmaya başladı. Dünyadaki toplam turist sayısı 1950’de yaklaşık 50 milyon iken, 1984’te 240 milyona yükselmişti.
Dünyadaki denizaşırı gezilerin büyük bir bölümü. Kuzey Amerikalı, Batı Avrupalı, Avustralyalı ve Japon turistlerce gerçekleştirilmektedir. Yurtiçi ya da yurtdışı geziler, salt gezmek ve yeni yerler görmek ya da konferanslara katılmak, mal alıp satmak ve yeni ürün pazarları bulmak amacıyla yapılır. Avrupalıların ilgi gösterdikleri tatil yerleri arasında İspanya ve öteki Akdeniz ülkeleriyle, kış sporları için Alpler sayılabilir. Avrupa dışında ise güneşin eksilmediği Karayibler en çok turist çeken yerlerden biridir.
Günümüzde birçok ülkenin ekonomisinde önemli gelir kaynaklarından birini oluşturan turizm, bir ülke, bölge ya da kentte yarattığı etkinlik alanlarıyla, o ülkeye döviz kazandıran bir “bacasız sanayi”dir. Sıcak, güneşli bir iklimin, uçsuz bucaksız kumsalların ya da ormanların varlığı, geçmiş uygarlıkların kalıntıları turistler için çok çekicidir. Havalimanlarını geliştirmek, iyi hizmet veren temiz otel ve moteller, parklar ve eğlence tesisleri kurmak gibi altyapı yatırımlarıyla kısa sürede verimli bir turizm sanayisi gerçekleştirilebilir. Bu da iş alanlarının genişlemesini ve turistlerin getirdiği, döviz adı verilen yabancı paraların ülkeye girmesini sağlar.
Tatiller bir yandan insanların yaşamlarına renk katan zevkli deneyimler olmakta, bir yandan da iş ortamından kısa süre için de olsa uzaklaşan, kişilerin canlanmasını sağlayarak iş verimliliğini artırmaktadır.
“Paket” turlara katılan turistler genellikle ödemeyi önceden yaptıklarından yanlarında yalnızca fazladan yiyecekleri yemekler, geziler ve alacakları anı eşyaları için para götürürler. Bir başka ülkeye giderken çoğu insan uygun miktarda dövizle birlikte seyahat çeki de satın alır. Seyahat çekleri, kimlik kanıtlamak koşuluyla tatilin geçirileceği yerde kolaylıkla nakit paraya dönüştürülebilmektedir. Çekler çalınır ya da kaybolursa, çeki veren banka normal olarak yeniden ödeme de bulunur, ayrıca kullanılmamış dövizi de karşılığını ödeyerek satın alır. Bazı kredi kartları turistlerin yurtdışında mal almasını ya da fazladan nakit para çekebilmesini sağlar.
Bankalar, sigorta ve seyahat acentaları hastalık, gecikmeler, kaza, bagaj ve para kaybına karşı kişileri isterlerse sigorta eder. Bankalar, sigorta ve seyahat acentaları hastalık, gecikmeler, kaza, bagaj ve para kaybına karşı kişileri isterlerse sigorta ederler. Seyahat acentaları aynı zamanda bir ülke için vize (giriş izni) ve hastalıklara karşı aşı gerekip gerekmediği ve gümrük düzenlemeleri hakkında bilgi de verirler.
Türkiye'de Turizm
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türkiye’de turizm hareketleri yabancı din adamı, serüvenci ve antika kaçakçılarının çeşitli amaçlarla ülkeye gelmeleriyle sınırlıydı. 18.yüzyılda yabancı ülkelere geziye çıkmaya başlayan zengin ve soylu İngilizler’in uğradığı yerler arasında İstanbul da bulunuyordu. 1883’te Avrupa’nın ilk kıtalararası ekspresi olan Şark Ekspresi sefere kondu. Bu tren Paris’ten kalkıyor, çeşitli Avrupa ülkelerindeki birkaç önemli kentte kısa molalar vererek İstanbul’a ulaşıyordu. Şark Ekspresi’nin işleticisi Wagon-Lits şirketi, 1892’de İstanbul’da açılan ve Türkiye’nin ilk çağdaş oteli olan Pera Palas’ın da ortaklanndandı. Yabancı (özellikle de İngiliz) demiryolu şirketleri bu ve benzeri yollarla Türkiye’ye yönelik bir turist hareketinin başlamasına katkıda bulundular. İngilizler’in yabancı ülkelere düzenledikleri toplu geziler pek çok ülkede Bristol ve Kent gibi İngiliz adları taşıyan otel ve caddelerin yaygınlaşmasına yol açtı. Nitekim, 19. yüzyıl sonlarında İstanbul’da açılan ilk otellerden biri Bristol Oteli’ydi.
19. yüzyıl sonlarına kadar Türkiye’de turizm etkinliklerinin örgütlenmesi konusuyla ilgilenen resmi ya da özel bir kuruluş yoktu. İlk kez 1890’da turistlere rehberlik edenler için bir tüzük hazırlandı. Turizm konusuna ciddi biçimde eğilen ilk kuruluş ise Türk Seyyahin Cemiyeti’ydi. 1923’te kurulan ve daha sonra Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu (TTOK) adını alan bu dernek, turizmi geliştirmeye yönelik çalışmalarını bugün
de sürdürmektedir. Dernek bu amaç doğrultusunda, tarihsel ve turistik yerlerin korunması ve tanıtılması için çalışır, turistik tesisler kurar ve turist rehberliğinin gelişmesine yardım eder. TTOK, Çelik Gülersoy’un genel müdür olduğu 1966 yılından beri özellikle restorasyon çalışmalarına ağırlık vermiş ve Malta Köşkü, Çubuklu’daki Hıdiv Kasrı, Çamlıca Tepesi ve Soğukçeşme Sokağı gibi tarihsel yapı ve mekânları onarıp düzenleyerek iç ve dış turizmin hizmetine sunmuştur.
Devletin turizme ilgi göstermesi ancak Cumhuriyet döneminde gerçekleşebildi. Ne var ki, turizme yalnızca yeni Türkiye’nin uluslararası planda tanıtımını sağlayacak bir ulusal propaganda aracı gözüyle bakılıyordu.
II. Dünya Savaşı (1939-45) sonrasında Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü’ne bağlı bir Turizm Dairesi kuruldu. Bu dairenin kuruluşunda ABD’nin vereceği Marshall Yardımı planında turizme ağırlık verilmesi önerisinin yer alması da etkili olmuştu.
1948’de Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü’nün adı Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü olarak değiştirildi. Ertesi yıl ulusal turizm politikasına temel oluşturacak bir ana program, bir de çalışma planı hazırlandı. Turistik bölgelerin kurulması, turizm alanında yapılacak özel yatırımların desteklenmesi ve turizm eğitimi verecek kurumlann açılması gibi çok önemli yenilikler öngören bu tasarıların ışığında Aralık 1949’da Birinci Turizm Danışma Kurulu toplandı. Bu kurulda, Turizm Dairesi’nin hazırladığı bir turizm yasa tasarısı üzerinde duruldu. Ama bu tasarı daha sonra değiştirilip işlevsizleştirilmiş bir biçimde TBMM’ye sunularak kabul edildi. (Turizm Müesseselerini Teşvik Kanunu adıyla yürürlüğe giren bu yasa 1953’te değiştirilmiştir.)
1950’de Turizm Dairesi’ne yeni yetkiler, sorumluluklar ve çalışma olanakları veren Turizm Endüstrisini Teşvik Kanunu tasarısı hazırlandı. Aralık 1950’de toplanan İkinci Turizm Danışma Kurulu’nda ele alman bu tasarı 1953’te TBMM’de kabul edilerek yasalaştı. 1955’te kurulan Turizm Bankası (TURBAN) kısa sürede çalışamaz duruma geldi ve 1960’ta devlet bankası olarak yeniden örgütlendi. Turizm Bankası otel, motel ve tatil köyü gibi turistik tesisler kurar, turizme yatırım yapacak olanlara parasal yardımda bulunur, yabancı işletmelerle işbirliği yapar, turistik araç gerecin yapımı, yurtiçi ya da yurtdışından sağlanmasıyla ilgilenir.
Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü 1957’de bakanlığa dönüştürüldü. Bu yeni bakanlık 1961’de, özellikle turizm bölgeleri içinde bulunan içme ve kaplıca gibi şifalı su işletmelerinin sağlık açısından turizme daha elverişli hale getirilmesine yönelik çalışmaları ele aldı. 1963’te Basın-Yayın ve Turizm Bakanlığının adı Turizm ve Tanıtma Bakanlığı olarak değiştirildi. Sonraki yıllarda basmyayın işleri başbakanlığa bağlanarak Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nın çalışma alanı turizme yönelik etkinliklerle sınırlandırıldı. 1981’de Kültür Bakanlığı ile birleştirilen bakanlık Kültür ve Turizm Bakanlığı adını aldı.
1980 sonrasında ülkede turizmin geliştirilmesine yönelik önemli adımlar atıldı. Bunların biri 1982’de Turizm Teşvik Kanunu’nun çıkarılmasıydı. Bu yasayla, turistik işletmelerin plan ve projelerinin resmi makamlarca belli bir süre içinde onaylanması zorunluluğu getirilerek işlemlerin hızlandırılması amaçlanmıştı. Yasada yabancı sermayeyi turizm yatırımlarına özendirecek kararlar da yer alıyordu. Yatırımcılara verilecek teşviklere parasal kaynak sağlamak için de Turizmi Geliştirme Fonu kuruldu.
Türkiye’de turizmin gelişmesinin önündeki en büyük engellerden biri turistik işletmelerin sayıca azlığı ve var olanların büyük bölümünün de uluslararası turizm alanında geçerli olan kalite standartlarına sahip olmamasıdır. Bu yüzden, dünyanın önemli tarihsel ve turistik bölgelerinden biri olan Türkiye’nin dünya turizmindeki payı istenen düzeyde olmaktan uzaktır. Örneğin, 1979’da dünyadaki toplam turist sayısı içinde, üçü de Akdeniz ülkesi olan İspanya, İtalya ve Yunanistan’ın payları sırasıyla yüzde 14,4, 6,1 ve 1,5’ti. Aynı
yıl Türkiye’ye gelen turistlerin oranı ise binde dört dolayındaydı.
1963’te Türkiye’deki turizm işletme belgeli tesislerdeki yatak sayısı 10.226’ydı. Bu sayı 20 yılda altı kat artarak 1983’te 65.934’e ulaştı. Yatırım belgeli tesislerde ise artış 1963’te 4.537, 1983’te 43.425 ile 10 kat dolayındaydı. 1980 sonrasında yatırımlara ağırlık verilmesi, yatırım belgeli tesislerdeki yatak sayısının işletme belgeli tesislere oranla daha hızlı artarak 1989’da 257 bine ulaşmasına yol açtı. Aynı yıl işletme belgeli tesislerdeki yatak sayısı 133.651’di.