Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Uluslararası İlişkiler

  • Okunma : 390

Uluslararası İlişkiler deyimi devletler arasındaki her tür ilişkiyi içerir. Bireyler arasında çıkan anlaşmazlıklarda, mahkemeler anlaşmazlığı bir karara bağlar; polis de mahkeme kararının uygulanmasını sağlar. Bir ülke içindeki çeşitli kurumlar, yerel yönetimler, belediyeler ve varsa eyalet yönetimleri arasında çıkan anlaşmazlıktan da gene yetkili mahkemeler karara bağlar ve bu kararlar devlet gücüyle uygulanır.

    Günümüzde dünyada 170’ten fazla bağımsız devlet vardır. Devletle insanlann oluşturduğu öbür örgüt ve kurumlar arasındaki en önemli fark, devletin kendinden daha yüksek bir başka gücün denetiminde olmamasıdır. Devlet bağımsız ve egemendir.

    İşte bu bağımsız ve egemen devletler arasındaki ilişkilere genel olarak uluslararası ilişkiler denir. Uluslararası ticaret, turizm, haberleşme, bilgi ve teknoloji alışverişi, göç ve mülteci sorunları gibi birçok konu devletler arasında ortak çalışmayı gerektirir.

    Bir devletin öbür devletlerle ilişkilerinin büyük bölümünü dışişleri bakanlığı düzenler. Her devlet ilişki kurmak istediği devletlere büyükelçiler yollar. Ülkeler arasında dostluk anlaşmaları, askeri ittifaklar ve ticaret antlaşmaları gibi çeşitli antlaşmalar imzalanır. Uluslararası sorunların çözümü için birçok ülkenin katıldığı uluslararası konferanslar toplanır. Bütün bunlar uluslararası ilişkilerin düzenlenmesinde kullanılan yöntemlerdir.

    2.000 yıl önce dünyada uluslararası ilişkiler denebilecek bir şey yoktu, çünkü çok az bağımsız ülke vardı ve uygar dünyanın en büyük bölümü Roma İmparatorluğu içindeydi. İngiltere, İspanya, Mısır, İsviçre gibi birçok ülke, o dönemde imparatorluğun eyaletleri olarak Roma’daki yönetimle ilişki kuruyordu. Ama, bu fethedilmiş ülkeler Roma’ nin aracılığı olmadan kendi aralarında bir ilişkiye giremezdi. 

Ulus

İS 5. yüzyılda Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle Avrupa birçok küçük prensliğe ya da krallığa bölündü. Bunların her birini bir prens ya da bir kral yönetiyordu. Daha sonraki 1.000 yıl boyunca bu prenslikler fetihler ya da hanedanlar arası evlilikler yoluyla birleşerek daha büyük devletler oluşturdu.

    1700’lere gelindiğinde Avrupa’da yaşayan uluslar, her biri kendini çok özel ve eşsiz olarak kabul eden birçok devlet oluşturmuştu. Bu devletlerin her birinin genellikle kendine özgü dili, bayrağı, müziği, edebiyatı, yaygın bir dini ve büyük kahramanlık gelenekleri vardı. Halk kendi kralından başka hiçbir güce bağlılık duymazdı.

    Her zaman bir devletin en önemli amacı kendi yurttaşlarını korumak olmuştur. Her devlet kendi varlığı için neyin tehlikeli olduğuna ve bu tehlikeyi nasıl yeneceğine kendi karar verir. Devlet bu kararları verirken, başka devletlerin neler yapabileceği konusundaki düşünceler, devletin kendi maddi gücü, ordusunun gücü, ekonomik kaynakları ve müttefiklerinin gücü göz önüne alınır. Ama, bu konuda aynı derecede önemli olan ve ölçülemeyen başka etkenler de vardır. Bunlar, hükümetlerin ve ülke insanlarının düşünceleri gibi etkenlerdir.

    Uluslararası düzeyde düzeni koruyacak daha yüksek bir otorite bulunmadığından devletler varlıklarını sürdürebilmek için çeşitli yöntemler geliştirmiştir. Bazı devletler kendileri için en iyi korunma yolunun kendilerini dış dünyadan ayırmak, öbür devletlerin uyuşmazlıklarından uzak durmak olduğunu düşünür. Bazıları ise başka devletlerle ittifak ilişkilerine girerek kendi çıkarlarını daha iyi koruyabileceğine inanır. Bu politikalardan biri belirli bir yerde ve zamanda başarılı olurken, başka bir yerde ve dönemde farklı bir politika daha başarılı olabilmektedir.

Güçler Dengesi

Küçük bir devlet varlığını sürdürebilmek için, onu korumaya söz veren büyük bir devletle ittifak anlaşması imzalayabilir. Bazen bir grup küçük devlet birbirini büyük bir tehditten korumak için aralarında anlaşmaya varabilir. Çoğu zaman iki ya da daha çok büyük devlet başka güçlere karşı çıkarlarını savunmak amacıyla bir araya gelir.

    Avrupa ülkeleri 1500’lerden bu yana barışı sürdürebilmek için güçler dengesinden yararlanmıştır. Bu politikaya göre, eğer bir ya da birkaç devlet çok fazla güç kazanmaya başlarsa, öbür devletler bunu dengelemek üzere aralarında bir ittifak kurarlardı. Böylece hiçbir ülke ya da ülke grubunun başka bir ülkeye saldırabilecek kadar fazla güçlenmeyeceği umulurdu.

    Avrupa’daki güçler dengesi politikası ABD’nin bağımsızlığını kazanmasına yardımcı olmuştur. Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında İngiltere, Avrupa’daki gücünü azaltmamak için sömürgesindeki bu ayaklanmayı bastırabilecek kadar askeri Amerika’ya gönderememiştir. ABD bağımsızlığını elde ettikten sonra Avrupa sorunlarından uzak durma politikası uygulamıştır. ABD ancak İspanya Amerika Savaşı (1898) sonucunda Filipinler’i Ispanya’dan aldıktan sonra, 1899’da Avrupa ülkelerinin sorunlarıyla ilgilenmeye başlamıştır.

    Güçler dengesi sisteminin birçok başarısızlığı olmuştur. Fransa İmparatoru Napolyon Bonapart Avrupa’da büyük bir imparatorluk kurmuş ve 1800’lerin başında Avrupa’nın büyük bölümünü denetimi altına almıştır. Ama, 1814’te Napolyon yenilgiye uğrayınca imparatorluğu çökmüş ve Avrupa’nın büyük devletleri kıtadaki güçler dengesini yeniden kurabilmiştir. Bundan sonraki 100 yıl içinde Avrupa’da birçok küçük savaş olmasına karşın büyük bir savaş olmadı. Ama, I. Dünya Savaşı (1914-18) eski güçler dengesi sisteminin sonu oldu ve bundan sonra savaşları önlemek için yeni yollar arayışı başladı. Uluslararası ilişkilerde görüşmelerin bittiği yerde savaşlar başlar ve bu nedenle de dünya önderleri uluslararası ilişkilerdeki gerilimlere son vermek üzere zaman zaman “doruk” toplantılarında bir araya gelerek sorunları konuşurlar.

Ortak Güvenlik

I. Dünya Savaşı daha önceki çatışmalardan farklı olarak genel bir savaştı. Bu savaş yalnızca askerleri değil, savaşan ülkelerin tüm insanlarını etkiledi. Yeni silahlar o zamana kadar görülmemiş boyutlarda ölüme ve yıkıma yol açarak, devletleri savaştan kaçınmak için yeni ve daha iyi yollar aramaya zorladı. 1920’de Milletler Cemiyeti kuruldu. Cemiyetin amacı ortak güvenlikti. Milletler Cemiyeti kurulurken, barışsever ülkelerin bir araya gelerek bir ülkenin bir başkasına saldırısını önleyebileceği umuluyordu. Ama, Milletler Cemiyeti’nin bir ordusu yoktu ve 1935’te İtalya’nın Etiyopya’yı istilasını önleyemedi.

    1939’da II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Milletler Cemiyeti çöktü. Bu savaş daha da büyük bir yıkıma neden oldu ve çok korkunç bir silah olan atom bombasını ortaya çıkardı. Bu durum devletleri, aralarındaki sorunlara barışçı çözümler bulmayı yeniden denemeye yöneltti. Bu amaçla savaşın sonunda 1945’te Birleşmiş Milletler (BM) kuruldu. Milletler Cemiyeti gibi, Birleşmiş Milletler’in de sürekli bir uluslararası ordusu yoktu; ama BM Güvenlik Konseyi, bir barış gücü oluşturmak üzere üye ülkelerin asker göndermelerini isteyebiliyordu. Kıbrıs’ta ve Lübnan’da olduğu gibi birçok uluslararası anlaşmazlıkta BM Barış Gücü görevlendirildi.

1945'ten Bu Yana Dünya

Günümüzün dünyası 1940’tan önceki diplomatların bildiğinden çok farklıdır. Artık büyük güçlerin birbirini dengeleyecek biçimde bir araya gelmesinden oluşan gruplar yoktur. Buna karşılık dünya görüşleri karşıt olan iki büyük ülke grubu ortaya çıkmıştır. Bir yanda SSCB ile onun Doğu Avrupa ve Asya’daki müttefikleri, öbür yanda ABD ile onun müttefiki olan ülkeler vardır. SSCB’nin önderliğindeki Varşova Paktı’nm karşısında ABD’nin önderliğindeki NATO ittifakı kurulmuştur. Bu iki ittifak da politik, ekonomik, askeri ve propaganda silahlarıyla kendi etkinliğini yaygınlaştırmaya ve karşıtının etkinliğini zayıflatmaya çalışmıştır. Afrika ve Asya’daki birçok ülke bu iki grubun dışında kalmış, sayıları 100’ü aşan bu ülkeler büyük güçler arasındaki mücadeleye katılmak istememiştir. Kaynaklarını silahlanma yerine ekonomik gelişmelerini gerçekleştirmeye yöneltmek için ittifaklar dışında kalmış olan bu ülkelere "bağlantısız ülkeler” denir.

    II. Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra uluslararası ilişkilerde 40 yıl kadar etkili olan bu ittifak sistemleri, 1980’lerin sonlarında yerini silahsızlanma çalışmalarına ve uluslararası yumuşamaya bırakmıştır. SSCB’de ve Doğu Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan siyasal değişiklikler Varşova Paktı’nin ve NATO ’nun varlık nedenlerini tartışılır duruma getirmiştir.

    Ülkeler arasındaki gruplaşmaların bir bölümü de bölgesel niteliktedir. 1948’de kurulan Amerikan Devletleri Örgütü, 1963’te kurulan Afrika Birliği Örgütü, 1971’de kurulan Güney Pasifik Forumu, 1973’te kurulan Karayibler Topluluğu ve Ortak Pazarı gibi örgütler, bölgesel sorunların çözümünde bölge ülkelerinin güçlerini birleştirmeyi amaçlar.

    Bütün devletlerin öbür devletlerle ilişkilerinde temel amaç her zaman kendi çıkarlarını korumak olmuştur. Ama çıkarlarını korumak, her zaman bencil düşüncelerle davranmak olarak kabul edilmemelidir. Bazen, bir ülkenin bazı hak ve isteklerinden vazgeçerek komşularıyla dostça ilişkiler kurması uzun dönemde o ülkenin çıkarına olabilir. Milyonlarca insan açlıktan ölürken bazı ülkelerin zenginliklerini sürdürebilmesinin olanaksız olduğunu birçok ülke artık anlamıştır. Dünya ülkeleri günümüzde birbiriyle çok yakın bir ilişki içinde olduğu için her ülke başkalarının sorunlarından etkilenmektedir. Yoksul ve azgelişmiş ülkelerin sorunları da artık daha çok ülkeyi ilgilendirmektedir.

Uluslararası Ticaret ve Ticaret Anlaşmaları

Uluslararası alanda ekonomik ilişkilerin büyük bir payı vardır. Hiçbir ülke, halkının gereksinim duyduğu her şeyi kendi yetiştiremez, sanayisi için gerekli maden cevherlerinin tümüne sahip değildir ve halkın kullandığı sanayi mallarının hepsini üretemez. Bu nedenle her ülke başka ülkelerden bazı mallar satın almak ve bunları alabilmek için de başka ülkelere bazı mal ve hizmetler satmak zorundadır. Bazı ülkeler mallarım satabilmek için yoksul ülkelere kredi vererek onlarla ticareti sürdürür.

    Birçok ülke gereksinim duyduğu hammaddeleri ve öbür ürünleri kendisi üretemediği için uluslararası ticaret uluslararası ilişkilerde her zaman büyük önem taşımıştır. Devletler, aralarında ticaret anlaşmaları yaparak birbirlerine neler satabileceklerini belirler. Bu anlaşmalar yüzyıllar boyunca iki devlet arasında yapılan ikili anlaşmalardı. Çağımızda ise uluslararası ticaret öylesine önem kazanmıştır ki, birçok devlet çok taraflı ticaret anlaşmaları yaparak dış ticaretini düzenlemektedir.

    Bugün birçok devlet Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması’na (GATT) katılmıştır. Ticarette uygulanacak bazı genel kuralları ve ülkelerin birbirine karşı uygulayacağı gümrük vergisi oranlarını içeren GATT dünya ticaretinin serbestleşmesinde önemli bir rol oynamıştır. Zaman zaman devletler birbirine özel ayrıcalıklar tanıyan ticaret anlaşmaları da yapar. Bir ülkenin çok tepki uyandıran bir davranışı, bazı ülkelerin onunla ticaretten kaçınmasına da yol açabilir. Örneğin Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ırkçı politikasına karşı tepkilerini göstermek için birçok devlet bu ülkeyle ticaret yapmamaktadır.

Uluslararası İşbirliği

1864, 1906, 1929 ve 1949 tarihli Cenevre sözleşmeleri savaş tutsaklarına nasıl davranılacağı konusunda kurallar getirmiştir. Bazı devletler bu kurallara her zaman uymasa da, bu sözleşmeler savaş tutsaklarına karşı davranışların genel olarak iyileşmesini sağlamıştır.

    Uluslararası ilişkilerin günlük işleyişinde uluslararası işbirliği örnekleri çoktur. Eğer ülke sınırlarıyla engellenseydi, çağdaş bilimsel çalışmalar ve sanayi tümüyle dururdu. Birçok alanda, birbirine benzeyen kurallar ve standartlar üzerinde anlaşmak tüm ülkelerin yararınadır.

    1874’te İsviçre’nin Bern kentinde kurulan Evrensel Posta Birliği (UPU) her ülkede uygulanan uluslararası posta ücretlerinin eşit olmasını sağlar, posta hizmetleriyle ilgili standartlar koyar ve yabancı ülkelere gönderilecek dergilerle ilgili kuralları düzenler. 1865’te kurulan Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) radyo yayınlarında kullanılan dalga frekanslarının ülkeler arasında bölüşülmesine yardımcı olur, uluslararası radyo, telefon, telgraf haberleşmesinde ve uydu aracılığıyla gerçekleştirilen haberleşmelerde olabilecek en düşük ücret tarifesinin uygulanmasına çalışır. 1878’de kurulan Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) dünyanın her yerinde meteoroloji istasyonları kurulmasına ve hava durumuyla ilgili bilgi alışverişinin hızla gerçekleştirilmesine yardımcı olur.

    II. Dünya Savaşı’nın 1945’te bitmesinden sonra uluslararası işbirliği amacına yönelik birçok önemli örgüt kurulmuştur. Bunlardan biri olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) atom enerjisinin barışçı amaçlarla kullanımına yönelik araştırmaları destekler. 1958’de kurulmuş olan ajans nükleer enerji santrallarındaki güvenlik standartlarını da belirler; çünkü nükleer enerji santrallarında meydana gelebilecek bir kaza binlerce kilometre uzaktaki ülkeleri bile etkileyebilir. II. Dünya Savaşı sırasında kurulan uluslararası örgütler arasında Birleşmiş Milletlere bağlı olarak 1945’te kurulan Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ile 1948’de kurulan Dünya Sağlık Örgütü (WHO) de sayılabilir.

    Uluslararası işbirliği bazen de bir grup ülkenin yalnızca uluslararası ticaretin geliştirilmesi ile yetinmeyip bunun ötesindeki amaçlar için bir araya gelmesi biçimini de alabilir. Örneğin, önde gelen altı Avrupa ülkesi 1957’de Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kurmuştur. Ortak Pazar da denen bu örgütün üye sayısı 1986’da 12’ye çıkmıştır. Topluluğun amacı malların, insanların ve sermayenin topluluk üyesi ülkeler arasında serbestçe hareketini sağlamaktır. Her şeyden önemlisi de, bu 12 ülkenin uluslararası sorunlarda çoğu zaman ortak bir tavır alabilmesidir.

Uluslararası Adalet Divanı

Uluslar aralarındaki anlaşmazlıkları çözebilmek için zaman zaman uluslararası mahkemeler kurmayı denemişlerdir. 1899 ve 1907’de Lahey’de toplanan uluslararası konferanslarda uluslararası anlaşmazlıkları çözmek amacıyla Daimi Hakemlik Divanı kurulmasını öngören sözleşme kabul edilmişti. Daha sonra bu divanın yerini, Milletler Cemiyeti Sözleşmesi’ne dayanarak 1921’de kurulan Milletlerarası Daimi Adalet Divanı almıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra da 1946’da, Birleşmiş Milletlere bağlı olarak Uluslararası Adalet Divanı kurulmuştur.

    Uluslararası Adalet Divanı’nın kararlarının zorlayıcı olabilmesi için ilgili devletlerin daha önce BM genel sekreterine başvurarak, divanın zorlayıcı kararlarına uymaya hazır olduğunu bildirmiş olması gerekir. Ayrıca bir devleti istemediği bir karara uymaya zorlamak olanağı da yoktur. Ama, uluslararası kamuoyunun baskısının bu konuda zorlayıcı bir etkisi vardır. Bugüne kadar divanın kararlarına yalnızca bir kez uyulmamıştır.