Verem
Verem, yüzyıllar boyunca ölüm nedenleri arasında ilk sırayı alan bulaşıcı ve tehlikeli bir hastalıktır. Bu hastalığın etkenini 19. yüzyılda Alman bakteriyoloji bilgini Robert Koch (1843-1901) tanımlamıştır. Bu nedenle, Mycobacterium cinsinden olan bu çomak biçimindeki bakterilere verem basili ya da Koch basili denir.
Verem basillerinin, insanda ve evcil hayvanlarda hemen hemen aynı hastalık tablosuna yol açan birkaç türü vardır. Örneğin bir türü insanda, öbürleri sığırlarda, domuzlarda, kümes hayvanlarında ve kuşlarda hastalık yapar. Ama sığır vereminin basili insana da bulaştığından, insanda iki tür mikrobun sorumlu olduğu iki ayrı tip verem görülür. İnsana özgü olan verem basili, hastalann öksürükleriyle havaya saçılan damlacıkların solunum yollarından alınmasıyla doğrudan insandan insana bulaşır. Sığır veremi ise, hastalıklı ineklerden sağılan sütlerin içilmesi sonucunda sindirim yoluyla insana geçer.
Verem mikrobu, solunum yoluyla vücuda girdikten sonra akciğerlere yerleşerek ürümeye başlar. Bu yüzden hastalığın en yaygın tipi, genellikle çocukluk ve gençlik çağında ortaya çıkan akciğer veremidir. Halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı, öksürük ve gece terlemesi gibi ilk belirtilerin ardından, akciğer dokusundaki mikrop odaklarının çevresinde birtakım yumrular oluşur. Hastalığın en özgün belirtisi olan bu yumrulara tıp dilinde “tüberkül” dendiği için, veremin bir adı da tüberküloz ya da kısaca TB’dir. Hastalık bu ilk evrelerde tedavi edilmezse, akciğerlerdeki doku yıkımı bütün organı sarar ve solunum yetmezliğine, hatta ölüme yol açar. 19. yüzyılda pek çok insan akciğer veremi yüzünden yaşamını yitirmiştir. Hastalığın ilerlemiş evrelerinde, yıkıma uğrayan akciğer dokusundaki bronşlar ve ince kan damarları da parçalandığı için hastanın balgamına kan kanşır. Bu arada, akciğerlerdeki basiller çoğu zaman en yakındaki lenf düğümlerine, buradan da kan dolaşımına geçerek vücuttaki öbür organlara, özellikle kemiklere, eklemlere, beyin zarlarına ve böbreklere yayılabilir.
İyi kaynatılmamış mikroplu sütlerle insana bulaşan sığır veremi ise daha çok lenf düğümlerini ve kemikleri tutar. Bu hastalığı önlemenin en etkili yolu, sağmal ineklerde verem basili taraması yapmak ve sütleri pastörizasyon denen ısıl işlemle mikroplardan arındırmaktır. Fransız bilim adamı Louis Pasteur’ün buluşu olan bu yöntemin yaygın olarak uygulanmaya başlaması, sığır vereminin insanda görülme olasılığını neredeyse ortadan kaldırmıştır.
Çağımızda, sağlık hizmetlerinin iyi işlediği ülkelerde verem hastalığı çok seyrek görülür. Bunda en büyük pay, bir yandan yaşama ve beslenme koşullarının düzelmesine, öte yandan hem aşılama yoluyla veremden korunmayı, hem de hastalığın erken tanı ve tedavisini öngören etkili verem savaş yöntemlerine düşer. Gerçekten de, verem basilinden alınmış özütlerin deriye şırınga edilmesine dayanan tüberkülin testi, balgamda ya da vücut sıvılarında verem basillerinin aranması ve röntgen filmiyle dokuların incelenmesi gibi tanı yöntemleri hastalığın en erken evrelerde saptanmasına olanak verir. Verem tanısı konan hastalar, antibiyotiklerle ve bakterilere karşı etkili özel ilaçlarla tedavi edilerek mikrop yaymayacak duruma gelinceye kadar sağlıklı kişilerden ayrı tutulur. Bu arada, hastanın yakın çevresindeki kişiler de verem testlerinden geçirilir ve gerekirse tedaviye alınır.
Vereme yakalanma riski yüksek olan kişilere, verem basillerinin zayıflatılmış (etkisi azaltılmış) özel kültürleriyle hazırlanan BCG aşısı yapılır. Basillerin bu özel soyunu 1906’da Fransız bilim adamları Albert Calmette ile Camille Guerin üretmişlerdi. Bu nedenle, Calmette-Guerin basili anlamındaki BCG kısaltmasıyla bilinen bu koruyucu aşı birçok ülkede okul çağındaki bütün çocuklara düzenli olarak uygulanır. Bu uygulama Türkiye’de de geçerlidir. Nitekim, verem tarama çalışmaları ve yaygın aşılama kampanyalarıyla ülkemizde hastalık hızla gerilemeye başlamıştı. Ama yakın yıllarda, özellikle aşırı nüfus artışı ve iç göçlerle giderek kalabalıklaşan büyük kentlerin çevresindeki sağlıksız yaşama ve beslenme koşulları veremin yeniden tırmanmasına yol açmıştır.