Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Alman Sanatı ve Mimarlığı

  • Okunma : 2753
Alman Sanatı ve Mimarlığı Resim

Alman Sanatı ve MimarlığıBu maddede tanımlanacak Alman sanatı ve mimarlığı, 1871 yılında tek bir Alman devleti haline gelen birçok prenslik ve krallığın sanatsal üretimini konu alacaktır. Avusturya sanat ve mimarlığı, her ne kadar Alman kültür mirasıyla aynı özellikleri taşımaktaysa da, bu konuya başka bir maddede değinilecektir.

Karolenj sanatı ve Otto sanatı: Alman sanatının başlangıcı hıristiyanlık öncesi devirlere kadar inerse de, ancak Karolenjler zamanında (VIII. ve IX. yy'lar) Alman toprakları üzerinde önemli bir sanatsal ve mimari üslup ortaya çıkmaya başladı. Krallığı şimdiki Almanya'nın birçok kısmını kapsayan ve kuzeydeki başkenti bir Alman kenti olan Aachen'de bulunan Frank kralı Şarlman, Roma İmparatorluğu'nun debdebesini hem politik hem de kültürel alanda yaşatmaya çalıştı. Akademisyen ve sanatçıları toplayıp korudu, İtalya ve Bizans'tan kitaplar getirterek yerel sanatçılara klasik (Roma) ve Bizans örneklerini tanıma fırsatı verdi. Bizans etkisi, büyük olasılıkla Ravenna'daki San Vitale kilisesi örnek alınarak yapılan Şarlman'ın Aachen'deki Saray Capella'sında (790-805), klasik etkisiyse Roma'daki Conctantinus kemerlerinden esinlenerek yapılan Lousch'daki saray kapısında görülmektedir.

Elyazma süslemeleri sanatında, Godescalc İncilleri (781-83; Ulusal Kütüphane, Paris) zamanın Alman sanatçılarının klasik biçimlerle yerel gelenekleri birleştirmek için nasıl çabaladıklarını göstermektedir. Bu elyazmadaki Tahtta Oturan İsa minyatürü, klasik süslemeyi kuzeyin karakteristik soyut İrlanda süslemeleri ile bağdaştırmaktadır. Şarlman'ın Taç Giymesi'ndeki Aziz Natta figürü (800-10; Ulusal Kütüphane, Viyana) çalışmadaki filozof ve şairlerin eski tasvirlerinden örneksenmiştir.

Şarlman İmparatorluğu'nun IX. yy'da yıkılmasından sonra, çok az sanatsal çalışmanın yapıldığı bir politik, ekonomik ve kültürel gerileme devri başladı. Bu karışıklık dolu yıllar, X. yy'da imparator Otto I ve yerine geçenler (Saksonlar ya da Otto'nun soyundan gelenler) Almanya'da düzeni yeniden kurunca sona erdi. Ne var ki bu süre içinde Almanya ile Kuzey Avrupa ve Akdeniz kültür merkezleri arasındaki bağlar zayıflamış ve Otto dönemi mimar ve sanatçılar -Karolenj ve Roma-Bizans modellerinden tamamiyle kopmasalar dakendi yerli üsluplarını geliştirdiler.

Bu üslup, belki de dönemin en önemli kilise yapısı olan Hildesheim'daki Aziz Michael kilisesinde (1001-31) görülebilir. Karolenj dönemindeki kiliseler gibi, avlusunun doğu ve batı ucunda Roma kiliseleri avlularında görülenlere benzer bakışımlı kuleler bulunan bu kilisenin, kuzeyden ve güneyden girişleri olan ek bir çapraz şahını vardır. Bu kilisede görülen önemli bir başka yenilik de avlunun içine ek geçiş meydanın ve -daha sonraları birçok Ortaçağ kilisesinde değişmez bir bölüm haline gelen- bir destek sistemidir. Kilisedeki Bronz kapılardaki (1015) figürler (eski Roma'dan bu yana ilk tek parça halinde dökülmüş kapılardır), yalnızca bir sonraki dönemin büyük boyutlu heykellerini müjdelemekle kalmaz, ayrıca yerel Otto üslubundaki gelişmeye de tanıklık eder. Isa'nın Taç Giymesi sahnelerindeki klasik durgunluğun tersine, bir ifade gücü bronz figürlerin pandomimleri çağrıştıran tavır ve davranışlarının en önemli özelliğidir. Benzer biçimde tahta Gero Haç'ı (969-76), çarmıha gerili İsa'nın acılarını herhangi bir Karolenj ya da erken hıristiyan dönemi sanat ürününden daha canlı biçimde anlatır.

Böyle dramatik anlatımlara dönemin elyazmalarında da sık rastlanır. Otto III İncili'nde(983-1002) de görüldüğü gibi birçok Otto'lar dönemi süslemecisi klasizmin açıklığından, durgunluğundan vazgeçmiş ve yazmadaki figürlerin düzensiz duruşları ve donuk hareketlerinde görüldüğü üzere ileri bir anlatımcılığa yönelme gözlenmektedir.

Not: Worms Katedrali (1110-81) XI. ve XII. yüzyıllarda Rhineland'da odaklanan Alman roman üslubunun tipik bir örneğidir. Doğu ve batı cephelerinin dışardan bakıldığında görülen merdivenli iki dairesel kulesi, avluyu geçen sivri uçlu bir çatı ile birleşen sekizgen bir kulesi, avluyu destekleyen çifte bölmeli ve kasnaklı bir kubbesi ve 1234'te eklenmiş ufak çokgen bir koro yeri vardır.

Köln katedralinin yapımına 1248'de başlanmış, ama her biri 157 m yükseklikteki iki çan kulesi ve avlu, özgün taslaklara uygun olarak 1842-1890 arasında tamamlanmıştır.

Roman sanatı: Otto'nun soyundan gelen son hükümdar 1024'te ölünce Almanya'da Roman sanatı döneminin başlangıcını simgeleyen Franken sülalesi başa geçti. Çağın belki de en önemli gelişmesi, mimarlara, birçok önroman yapının yanmasına neden olmuş düz tahta çatıların yerine ateşe dayanıklı duvar tavanlar yapabilme olanağı veren kasnaklı kubbelerin ortaya çıkışıdır.

Speyer Katedrali (1082-1106) en erken dönemde yapılmış, tam kubbeli roman kiliselerden biridir. Bu yapının getirdiği yenilikler, daha sonra Mainz ve Worms katedrallerinin genişletilmesinde kullanılmıştır. Pek çok diğer roman yapı gibi, Speyer katedrali de görünüşte yekparedir ve iç kısım -Otton sanatı doğrultusunda ürünler veren sanatçıların tersine- katedralin iç düzenini yansıtacak biçimde çok sayıda bağlantıyla birleştirilmiştir.

Dönemin diğer mimari gelişmeleri, XII. ve XIII. yy' larda, Fransa'dan Almanya'ya kadar yayılan Cluny ve Citeaux tarikatlarının etkisine tanıklık eder. Yalnızca kiliseler değil, ek yapılar, yatakhaneler ve diğer manastır binaları da gelişmiş mimari düzenlemelerden paylarını aldılar.

Her ne kadar Avrupa'nın başka yerlerinde VIII. ve IX. yy'lardaki hemen hemen bütünüyle unutulan yapı dışındaki taş oymalar roman sanatı döneminde yeniden canlanmaya başlamışsa da Alman topraklarında bu durum gerçekleşememiştir. Oyma kabartma ve figürlere Fransız, İspanyol ve İtalyan roman katedrallerinin dış yüzeylerinde sık sık rastlanmaktaysa da aynı şey Almanya için geçerli değildir. Buna karşılık, bunların yerine koro yerinde, mezarlarda, vaftiz çeşmelerinde ve kutsal eşya mahfazalarında, küçük fildişi aynalarda, çok iyi korunmuş bu tür heykellere rastlanabilir. Ayrıca roman katedrallerinde pencerelerin genişletilmesiyle boyalı cam işi de önemli bir sanat haline geldi. Bu sanatın günümüze kadar gelen örneklerinden en çarpıcı olanı - hâlâ ilk konduğu yerde durmaktadır- Augsburg katedralindeki beş peygamber çevrimidir (1120-30).

Not: Mahşerin Dört Atlısı (1498) Alman Rönesans ressamı ve grafik sanatçısı Albrecht Dürer'in 15 tahta kalıp resminden biridir. Dürer'in düşüncesinde, Tanrı'nın son yargısı dehşete düşmüş insanlığın üstüne ölüme eşlik eden, ata binmiş üç süvari biçiminde gönderilecektir.

GOTİK SANAT:
Gotik üslubun Almanca konuşulan topraklara girişi yavaş oldu: Ancak XIII. yy'ın ikinci yarısında, büyük Fransız gotik anıtların yapılmasından sonra Alman katedralleri roman karakterlerini kaybetmeye başladı. Alman Gotik mimarisinin iki büyük örneği, Strasbourg katedrali (avlusuna 1235'te başlanmıştır) ve Köln katedrali (1248'de başlanmıştır), Fransa'daki Saint Deniş ve Amiens katedralleri örneksenerek yapılmıştır.

Buna karşılık Almanlar -gerçekte- Avrupa gotik sanatına iki önemli katkıda bulunmuşlardır. Birincisi, kuzeyde kumtaşının bulunmaması nedeniyle tuğla kullanma zorunluğudur. Tuğla, kumtaşıyla yapılan gotik katedrallerdeki karmaşık ayrıntılara izin vermediği için, güneydeki gotik yapıların kompleksliliğine karşılık kuzeyde süssüz, sade bir yapı tarzının oluşmasını sağlamıştır. İkincisi, büyük bir olasılıkla Fransız kökenli olmakla birlikte bütünüyle büyük Alman kentlerinde geliştirilen Hallenkirche'dir (salon-kilise). Marburg'daki Azize Elizabeth (1233-83) gibi erken dönem salon-kiliselerde görüldüğü gibi, sütunlu koridorlar avluyla aynı yükseklikte yapılmıştır.

Erken Alman gotik heykelciliği de Fransız etkisini yansıtır. Reims'daki figürlerle üslup benzerlikleri sergileyen ve Bamberg katedralindeki bir payandanın üzerine yerleştirilmiş olan Bamberg Sürücüsü'nde (geç XIII. yy.) bu etki açıkça ortadadır. Hem bu çalışma hem de Naumburg katedralinin koro yerindeki Ekkehart ve Uta (1250-60), XIV. ve XV. yy'larda da devam edecek olan XIII. yy. realizminin çıkışını sürdürdü. Gerçekten de XV.yy'da İtalya'da Rönesans idealizmi yayılırken, çağdaşı gotik Alman heykelciliği, özellikle hünerli ama sanat anlayışları birbirinden farklı Tilman Riemenschneider ve Veit Stoss'un yapıtlarında, gerçekçi ve anlamlı bir geç gotik sanatı biçiminde devam etti.

Resim alanında en önemli gelişme XIV. yy'da önce tahta panel resimciliğinin sonra da bez resimciliğinin geliştirilmesi oldu. Gerçi XIV. ve XV. yy'larda Siena etkisi egemen olmuşsa da 1450'den sonra HollandalI kaynaklar da aynı ölçüde önemli etkiler yapmaya başladılar. Kuzeydeki Stephen Lochner (1400-51) ve güneydeki Konrad Witz'in yekpare ve sert biçimlerinin tersine, Jan van Eyck'ın yumuşak ve akıcı bir üslup olarak da bilinen luluslararası üslubu resme egemen oldu. Rogier van der Weyden'den yoğun bir şekilde etkilenmiş olan Martin Schongauer, yalnızca geniş bir resim atölyesine öncülük etmekle kalmayarak, büyük bir olasılıkla, çağın kuzeydeki en hünerli bakır oyma tekniği ustası oldu. Bu teknik 1430'larda geliştirilerek yüzyılın ikinci yarısında tahta kalıpla yapılan resmin yerini aldı.

Not: Batı Köşkü, Balthesar Parmoser tarafından yapılmış heykellerle süslenmiştir. Zwinger'ın tek bölmeli galerilerini ve bir avlu etrafına çeşme ve havuzlar eklenerek düzenlenmiş taş köşkünü gösteren zemin planı yer almaktadır.

Memmingen (Bavyera) yakınlarındaki Ottobeuren'de bulunan Benediktin manastır kilisesinin içi, Güney Alman rokoko üslubunun bir örneğidir. Johann Michael Fischer tarafından planlanmış bu mekân, dinamik etkisini, yapısından çok süslemeleriyle kazanmıştır.

RÖNESANS VE BAROK:
Erken XVI. yy. Alman sanatı, İtalyan Rönesansı etkisini ve onun kuram, insana ilişkin konular, mitoloji ve tarihsel olaylar üzerine yaptığı etkiyi gözler önüne serer. Pekçok Alman sanatçı, sanatı ve fikirleri ilk elden öğrenmek için İtalya'ya giderken, diğerleri dolaylı yoldan kuzeye ulaşan İtalyan resimlerini ve ve bu resimleri içeren baskı yapıtları inceleyerek öğrendi. Alman Rönesansı' nın tartışmasız en büyük sanatçısı, gerçekçi ve anlatımcı Alman geleneğini daha idealize ve insancıl İtalyan geleneğiyle birleştiren Albrech Dürer'dir. Çok yetenekli bir dinsel resim ve dünyevi konular ressam olan Dürer, aynı zamanda tarihin en büyük tahta kalıp ressamı ve hattatıdır. Genç Han Holbein de, Dürer gibi İtalyan 

resminin heybetli ve heykelsi biçimlerini kuzeyin gerçekçi geleneğiyle birleştiren hünerli portrecilerinden biridir. Diğer Alman Rönesansı ustaları arasında Albrecht Altdorfer, yaşlı Lucas Cronach, Hans Baidunggrien ve Matthias Grünewald sayılabilir. M. Grünewald Rönesans klasisizmini tamamiyle reddeden tek sanatçıdır. Fevkalade bir renk uzmanıdır, İtalyan tarzındaki heybetli ve idealize figürlerle ilgilenmemiş, ünlü İsenheim Mihrabı'nda (1510-15) Alman gerçekçi geleneğini yeni ve daha anlatımcı bir noktaya ulaştırmıştır.

Alman Rönesansı, -Reformun 1530'da dini konulardaki üretimin durmasına neden olması ve protestan bölgelerdeki ressamların, eskiden en iyi gelir kaynakları olan kilise hamilerini yitirmeleri yüzünden- oldukça kısa sürdü. Artık birçok sanatçı, kitap süsleyerek, portreler yaparak ve diğer bazı ufak tefek işler yaparak hayatını kazanmak zorundaydı.

Bu sönük sanat ortamı, XVII. yy'ın ortalarına kadar devam etti ve ancak 30 yıl savaşlarından (1618-48) sonra yeni bir Alman sanatçı kuşağı uluslararası sanat etkinliklerine katılmaya başladı. Yeni kuşak, herşeyden önce -zengin Almanlar'ın hamiliği sayesinde sanatlarının sürdürmek için Almanya'ya çağrılan çok sayıda İtalyan ve Avusturyalı mimarın kazandırdığı ivme sayesinde- mimarlık alanında oldu. Önde gelen Alman mimarlar arasında Johann Balthasar Neumann, Dientzenhofer ailesi ve Asam kardeşler, J.B. Fischer von Erlach ve Johann Lukas von Mildebrondt gibi sanatçılar AvusturyalIlardan çok şey öğrendiler. Her yerden önce katolik Bovevya'da gelişen geç barok- rokoko üslubunun en göze çarpıcı örnekleri arasında, Neumann'ın Bamberg yakınlarındaki Vierzehnheiligen Kilisesi (başlangıç 1743), Asam kardeşlerin Münih'teki Aziz John Neponuk'u (1733-46) ve Johann Michael Fischer'in Ottobeuren Abbey kilisesi sayılabilir.

Bu yapıtların ortak özelliği, ışığın kullanılış biçimi, parlak renkler, dalgalı zeminler, yapısal biçimler, mimariyi resim ve heykelle kaynaştırarak sağlanan süsleme zenginliğidir. Gerçekten de mimarlar, resim ve heykel eklemeleri yapmaları için birçok yabancı sanatçı davet etmişlerdir. Dönemin en büyük fresklerinin İtalyan ressam Tiepolo'nun Würzburg Malikanesi (1751-53) için yaptığı freskler olduğu sanılır.

Not: 1818'de Alman romantik ressamı Caspar David Friedrich, görkemli Rügen Adasında Görünüm adlı tablosunu yapmıştır. Ön taraftaki insan figürleri, arka plandaki beyaz kayaların ve denizin görkemi karşısında gölgede kalmaktadır.

Almanya'da Hildesheim yakınlarındaki Alfeld an der Leine'de bulunan Fagus ayakkabı fabrikası, modern mimarlığın bir öncüsü olarak daha sonra uluslararası üslup diye adlandırılan metal ve cam perdeli duvarlarla yapılmış ilk yapılardan biridir.

Max Beckmann'ın Cece'si (1918-19), umutsuzluk içinde çevrelenmiş kargaşalı bir figürler grubudur. Çalışma Birinci Dünya Savaşı sırasındaki Alman halkının korku ve şaşkınlığını yansıtmaktadır.

YENIKLASİK VE ROMANTİK DÖNEM:
 Geç XVIII. ve erken XIX. yy'ın yeniklasikçileri ilham kaynağı olarak yeniden eski Yunan ve Roma sanatına dönmüşlerdir. Yeniklasikçi fikirleri, Alman ressam Anton Raphael Mengs Resimde Güzellik ve Zevk Üzerine Düşünceler (1762) adlı yapıtında inceledi ve yeniklasikçi sanatın eğitimsel bir işlev taşıması gerektiğine inandı. XIX. yy'da Almanya'da müzelerin kurulmasında ve ayrıca Berlin, Münih, Düseldorf ve Dresden'deki sanat akademilerinin açılmasında yeniklasikçi kuramın katkısı büyüktür. Dönemin önde gelen mimarı, Berlin'de New Guard House (1818), Schauspielhous (1821) ve Altes müzesini (1824-28) yapan Karl Friedrich Schinkel'dir. Aynı türden çalışmaları Leo von Klenze Münih'te, Gottfried Semper Dresden'de gerçekleştirdi.

Bir yandan yeniklasikçi yapıtlar yükselirken, aynı dönemde, özellikle resim alanında romantik temalara karşı bir ilgi uyanmıştı: Casper David Friedrich, Philipp Otto Runge gibi sanatçılar, Johann Friedrich Overbeck, Peter von Cornelius (1783-1867) ve Karl Philipp Föhr (1795-1818) gibi sanatçıların hepsi, akademik ve klasik yönelimleri reddetmiş ya da manzara resimleri çizmişler ya da edebiyat ve' İndideki temalara ağırlık vermişlerdir. Orta ve geç XIX. yy. ressamları, Adolf von Menzel, Wilhelm Leibi ve Max Liebermann dahil, gerçekçi estetiğe ilgi duymuşlarsa da Anselm Feuerbach ve Hans von Marrées ( 1837-87) gibi bazı ressamlar, klasik gelenekte resim yapmayı sürdürmüşlerdir.

YİRMİNCİ YÜZYIL:
XX. yy'ın başlarında birçok bölgesel anlatımcı grup oluştu. Wassily Kandinsky, Alexey von Jawlensky, Franz Marc, Paul Klee ve başka bazı sanatçılardan oluşan der Blaue Reiter (Mavi Sürücü) derneği Münih'te kuruldu. Derneğin amacı, insan ve hayvanın doğayla olan sıkı ilişkisi üzerine kurulu bir ruhsal sanatla toplumu gençleştirmekti. Grubun lideri resimleri, 1910'lar-da soyutçuluğun sınırlarına yaklaşan Kandinsky oldu. Buna karşılık, Die Brücke (Köprü) derneği ressamları -Ernst Ludwig Kirschner, Emil Nolde, Erich Heckel ve Karl Schmidt-Rottluff ve diğerleri - esinlerine kaynak olan ilkel nesnelerinin duyarlığını anımsatan, doğrudan ve daha yoğun anlatımlı bir sanat anlayışını benimsemişlerdir. Önce Dresden'de sonra Berlin'de odaklanan Die Brücke derneği sanatçıları, Der Blaue Reiter sanatçılarının daha lirik üslupları karşısında, şiddetli anlatımcılığın temsilcilerinden biri olmuşlardır.

XX. yy'ın erken dönemlerine egemen olan bir başka ilgi alanı da uygulamalı sanatlardır. 18901 yıllarda yetişen August Endell (1871-1915) gibi sanatçılar, bu hareketin köklerini, -zevk anlayışlarını, organik, kavisli biçimler aracılığıyla resim, tipografi, mobilya ve her cins eşyaya uygulayarak oluşturdukları- Jugendstil'e(Genç-liğin Üslubu) dayandırdılar. Almanya'nın hızlı sanayileşmesi anlatımını, makine teknolojisi ürünlerine de uygulanabilecek açıkça modern ve işlevsel olacak biçimde tasarlanmış yapıtların yaratılmasını savunan Werkbund hareketinde bulmuştur. Sanat ve sanayiye yönelik bu pozitivist yaklaşım Birinci Dünya savaşıyla kesintiye uğramış ve Almanya'nın 1914-18 yılları arasında büyük yıkıma uğraması, 1920'li yılların sanatçıları arasında, sadece toplumsal ilgilerin gelişmesini sağlamıştır. Uygulamalı sanat hareketi tam ifadesini 1919'da Wei-mar'da kurulan daha sonra Dessau ve Berlin'de yerleşen Bauhaus'da (Yapı Evi) buldu. Walter Gropius, Ludwig Mies van der Rohe ve Marcel Breuer gibi mimarlar, Oskar Schlemmer, László Moholy-Nagy, Lyonel Feininger ve Josef Albers gibi ressam ve heykeltraşlarca idare edilen bu tasarım okulu, en gelişmiş ve genellikle geometrik biçimsel kavramları sanata uygulamaya çalışmıştır. Bauhaus, XX.yy'ın en etkili mimarlık ve tasarım okullarından biridir.

Birinci Dünya Savaşı'na ve modern kültüre daha karamsar bir tepki Berlin Dada grubundan geldi. Georg Grosz, Otto Dix, Raoul Hausmann (1886-1971 ) ve Richard Huelsenbeck (1892-1974) gibi siyasal açıdan motive olmuş ve savaşın getirdiği militarizme karşı çıkan sanatçılar, Weimar hükümetine polemikçi sanatlarıyla saldırdılar. Sık sık fotoğrafa ve kolaja başvuran,devlete karşı sözlü kampanyalar başlatan Dada'nın Alman biçimi, her ne kadar kısa ömürlü olmuşsa da, sanatın siyasal amaçlarla saldırgan biçimde kullanılmasına yol açmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemi, ayrıca,birçok büyük ana temelde bağımsız sanatçı yetiştirmiştir. Bunların arasında Max Ernst ve Kurt Schwitters ile anlatımcı Max Beckmann sayılabilir.

Bütün bu ilerici hareketler 1930'ların başında nazizmin yükselişiyle durmaya başladı. 1937 yılında, Almanya'nın önde gelen ve en yetenekli sanatçılarının Alman müze koleksiyonlarında bulunan 650 çalışmasına el konmuş ve Münih'teki ünlü Entartete Kunst ( dejenere sanat) sergisinde sergilenmiştir. Nazilerce kötüye kullanılan ve kötü bakılan sergideki pek çok çalışma İsviçre'ye gönderilmiş ve orada mezatta satılmıştır. Gelirlerini sansürcüler yüzünden kaybeden ve sanat malzemelerini yasal olarak satın alamayan birçok Alman sanatçı ve mimar ABD'ye ya da Fransa'ya göç etmiştir. Hitler'in emirleri doğrultusunda, avangard sanat,yerini, pekçoğu sonradan İkinci Dünya Savaşı'nın bitmesi ile yokedilecek olan, oldukça siyasal biçimli yeniklasik resme bırakmıştır.

Her ne kadar İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki yıllarda Almanya çok az önemli sanat ürünü yaratabilmese de, 1960'tan beri özellikle anlatımcı resim anlayışında en etkili çalışmalar gene Alman topraklarında üretilmiştir. Bu gelişmede en önemli katkıyı Joseph Beuys yapmıştır. 1960'larda Düsseldorf'taki sanat akademisinde öğretmenlik yapmasına ve yoğun bir özel çalışma temposu içinde olmasına karşın Beuys ve bütün öbür sanatçılar, çalışmalarında, XX. yy'da sanatçı olmanın getirdiği sorunlarla ve Alman edebiyat ve kültürüyle ilgili temalarla ilgilenmeye fırsat bulmuşlardır. Çağdaş Alman mimarların bir önemli isim de Gottfried Böhm'dür.

Alman Sanatı ve Mimarlığı Resimleri