Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Antropolojik dil bilim

  • Okunma : 1225

Antropolojik dil bilimDoğal insan dillerinin (bu diller yazılı ya da yazısız; çağdaş ya da tarihsel diller olabilir), ayrılmaz, temel bir parçası olarak dil bilim açısından incelenmesi. Antropolojik dil bilim, antropolojinin geleneksel dallarından biridir ve üç dal içerir: Ruhsal dil bilim, etnolojik dil bilim, toplumsal dil bilim. Noam Chomsky'nin önderlik ettiği, dilin genel incelenmesinde biçimsel ve tüm dengelimli yaklaşımdan farklı olarak, dillerin antropolojik yönden incelenmesi, öncelikle tümevarımsal bir yaklaşımla, bir dili konuşan toplulukların gözlemlenebilir davranışlarını tanımlar. Antropolojik dil bilim ayrıca, ilkel iletişim sistemlerini, sağır, dilsizlerin simgesel dillerini, çocuğun ana dilini öğrenme sürecini, dillerin birbirlerine karışarak uluslararası bir dil oluşmasını, ulusal dillerin oluşumunu, ikidillilik olgusunu, lehçeleri, yazılı edebiyatları oluşmamış halkların sözlü edebiyatlarını ve her türlü etnografya metnini inceler.

İlk incelemeler: XIX. yy'da sömürgeciliğin gelişmesi, beyaz ırktan AvrupalIlarda, ele geçirdikleri topraklarda bulunan her şeyin tanımlanmasına, betimlenmesine karşı bir ilginin doğmasıyla sonuçlandı; Rusların ele geçirdikleri Asya için de, İspanyolların sömürgeleştirdiği Güney Amerika için de, Avrupa kökenli Amerikalıların ele geçirdikleri Kuzey Amerika için de aynı şey geçerliydi. Haritacılığa ve bilinmeyen ülkeleri tanımaya yönelik ilgi, bu ülkelerin insanlarını, özellikle kültürlerini ve dillerini tanımlama girişimlerini de kapsadı.

100 yıl öncesine kadar, ABD'de ve Rusya'da antropolojik dil bilim kesin biçimde sözlüydü ve etnografyanın yanı sıra, antropolojinin dallarından birini oluşturuyordu. Bununla birlikte, çağdaş antropolojik dil bilimin temelleri de atılmaya başlanmıştı. Sömürgelerde yaşayan insanlara ilişkin genel doğruları (ruhsal yapılarını, dünyaya bakışlarını ve dillerini) kavrama ve ortaya koyma girişimi, çeşitli dallardan bilim adamlarının (bu arada da antropologların ve dil bilimcilerin) ilgi odağı haline gelmişti. Farklı insan topluluklarının kendi kültürleri içinde sınıflandırılmasını amaç alan bu kavrama sürecinde, bilim adamlarının dikkati, öncelikle insanoğlunun en üstün yetisine (bükümlü dil olgusu) yöneldi; böylece insanın daha iyi anlaşılacağı varsayıldı.

Sonraki gelişmeler: Antropologlar, dil yetisi ile konuşmadaki davranışsal öğeleri, bu yetenekleri insan bilgisinin, zekâsının ve aklının bir parçası olarak incelemişlerdi. Antropolojik dil bilimciler, incelemelerini, çeşitli, insan soyunun bir yandan çeşitliliğini, bir yandan da ortak özelliklerini çarpıcı bir biçimde yansıtan dili kullanma yeteneğinin çeşitli biçimleri üstünde yoğunlaştırırken, insan toplulukları arasındaki potansiyel güçleri ve çeşitliliği keşfetmeyi hedef aldılar. Dikkatlerini özellikle, AvrupalI insandan en çok farklılık gösteren halkların dilleri üstünde yoğunlaştırdılar. Çalışmalar, yeni yerleşilen topraklarda yaşayan insanların yazıya geçmemiş dillerine yansıyan akılcı nitelikler ve ruhsal çeşitlilik üstünde odaklanıyordu (dünya dillerinin çoğu yazısız diller olduğundan, bu incelemeler büyük önem taşıyordu).

Roman Jakobson ve Nikolay Trubetskoy gibi Rus dil bilimcileri, çarlık Rusyası içinde yaşayan, ama Rus olmayan halkların etnografya özelliklerini ve edebiyatlarını incelemekle işe başladılar. ABD'deyse, antropolojik dil bilim çalışmaları, Kızılderilerin dillerinin sözcük listelerini oluşturmaya yöneltildi.

XX.    yy'da antropolojik dil bilimciler, insan düşüncesi ve dilinin, kesin, evrensel, değişmez özelliklerini bulmak amacıyla, yapılan ilk araştırmaların sonuçlarını kullanmaya başladılar; nüfusları azalıp soyları tükenmekte olan halkların yazıya geçmemiş dillerini yok olmadan incelediler. Araştırmaların amacı, söz konusu halkların dillerini, insan soyunun çeşitliliğinin ve ortak yönlerinin ortaya konmasındaki bulunmaz tanıklıkları yitip gitmesin diye kayda geçirmek ve korumaktı. Daha sonra, kullanılan teknikler ve kuramlarda, genel dil bilimdeki gelişmelerden büyük ölçüde yararlanıldı. Leonard Bloomfield ve Edward Sapir gibi önde gelen antropolojik dil bilimciler, genel dil bilim konusundaki bilgileri ile yazıya geçmemiş dillerin antropolojik açıdan getirdiği olanakları birleştirdiler. Yazılı dillerin metin incelemelerinden kaynaklanan uzmanlık ile dili, kültürün bir parçası olarak görme olgusunun birleşimi, dil bilim araştırmalarında antropolojik bakış açısının akılcı temellerini oluşturdu. Dili hem kültürün bir parçası, hem de kültürden ayrı bir öğe olarak gören bu bakış açısı, bütünüyle antropolojiye özgüydü.

Yakın dönem: Son yıllarda genel dil bilim araştırmaları daha çok, insanın dil yeteneğinin genetik bir miras olduğu varsayımı üstünde ve bir dili konuşan insan topluluğunun üyeleri tarafından paylaşılan, ortaklaşa kullanılan, "yeterlilik" denen akılcı kurallar üstünde yoğunlaşmıştır. Atropolojik dil bilim araştırmaları ayrıca, "performans" adı verilen ve varsayılan doğuştan yeterliliğin, konuşma, dilini kullanma eylemine yansıması olan söylem edimi üstünde de yoğunlaşmıştır. Bunun sonucunda antropolojik dil bilimin kapsamı genişleyerek farklı kuramları çeşitli davranışsal verilerle karşılaştıran bir denetim kuramı olmaya yönelmiştir.