Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Avcılık

  • Okunma : 452

AVCILIK, insanoğlunun en eski uğraşlarından biridir. Tarihöncesi zamanlardan beri insanlar karınlarını doyurmak amacıyla hayvan avlamışlardır. İlk insanlar ovalarda dolaşırken toplayabildikleri bitkiler ve kovalayıp yakalayabildikleri küçük hayvanlarla beslenmişlerdir. İnsan türüne en yakın maymun türü olan şempanze bile, çoğunlukla bitki ve yemişle beslenirse de, doğal ortamda arada sırada avlanır.

Binlerce yıl boyunca Taş Devri insanları avcılıkla yaşamlarını sürdürdüler. Mağaralarda barındılar, keskin ve sert taşlardan silahlar yaptılar. Ok, mızrak ve topuzla mamut, rengeyiği ve ayı gibi büyük hayvanları avladılar. Hayvanlar kadar güçlü ve çevik olmamalarına karşın, zekâları, silah yapmak için ellerini kullanma yetenekleri ve gruplaşarak çalışabilmeleri, avcılıkta başarılı olmalarını sağladı. Ayrıca bu ilk insanlar kendilerine avcılıkta yardımcı olması için köpek gibi bazı hayvanlan da eğittiler. Çoğu zaman bir geyik ya da yabani at sürüsünü bir uçuruma doğru sürüp avladıklarında, herkese yetecek kadar çok et buluyorlardı. Manda sürülerini özellikle seçilmiş uçurumlara süren Kuzey Amerika Yerlileri de aynı yöntemle avlanıyorlardı.

İnsanlar karınlarını doyurmak için ekip biçmeyi ve hayvan yetiştirmeyi öğrendikten sonra da avcılığı sürdürdüler. Asur kralları atların çektiği arabalara binerek aslan avlardı. Yakın zamanlarda bile Afrika’nın Masai Yerlileri kalkan ve mızrakla aslan avlıyorlardı. Ortaçağ Avrupa’sında ise yabandomuzu ve geyik avı krallarla soylular arasında yaygın bir eğlenceydi.

Doğancılık

Ortaçağda İngiliz soylularının çok sevdiği bir avcılık türü olan doğanla avlanmanın da İÖ 2000 yıllarına dayanan bir geçmişi vardı. O zamanlar Çin’de çok yaygın olan doğancılık, kuşlan ve bazen de başka hayvanları yakalaması için şahin ya da doğan salarak avlanmadır. Bugün av hayvanlarını tüfekle öldürmek daha kolay olsa da, Kuzey Amerika, Avrupa, Arabistan ve Hindistan’da şahinlerini ve doğanlarını eğiten ve uçuran doğancıları görme olasılığı hâlâ vardır.

Doğan, önce insan elinden beslenmeye alıştırılarak evcilleştirilir; bundan sonra da avı yakalamayı öğrenmesi için eğitilir. Dişi doğan daha iri ve güçlü olduğu için bazen erkeğine yeğ tutulursa da, eğitimi zordur ve zaman alır. Kuş, ava çıkarıldığında sahibinin eldivenli sol eline tüner ve sakin durması için başına deri bir başlık geçirilir. Kuşun sahibi avı gördüğü zaman, doğanın başlığını çıkarıp kolunu hızla öne doğru uzatarak kuşu havaya salar; bunun üzerine doğan, kovalamaya başladığı avının üzerine yükselir; sonra birdenbire atılıp saldırarak bir pençe vuruşuyla onu öldürür.

Keklik gibi hızlı uçan kuşlan avlamak için, avın ürkütülerek uçması sağlanıncaya kadar, doğan havada oyalanmaya alıştırılır; avı ürkütme işini de eğitilmiş av köpekleri yapar.

Doğanı geri çağırmak için, doğancı ıslık çalarak, uzun bir ipin ucuna bağlanmış bir kuştüyü yumağını başının üzerinde döndürür; doğan bunu av sanarak gelip kapınca da onu yakalayıp başlığını geçirir ve gene sol elinin üzerinde tünemiş olarak götürür.

Doğancılar, doğan ve bozdoğan gibi uzun kanatlı yırtıcı kuşların yanı sıra çakır ve atmaca gibi kısa kanatlıları, hatta bazen kartal ve şahinleri de kullanırlar. Bu yırtıcı kuşların bazılarına doğada ender rastlandığından, doğancıların ellerindeki kuşlardan yavru elde etmeleri ve yabani doğanları ya da yumurtalarını almamaları doğru olur.

Tuzak Kurma

Başka bir avcılık yöntemi de tuzak kurmaktır. İnsanlar vahşi hayvanlara etlerinden ya da kürklerinden yararlanmak amacıyla tuzak kurarlar. Bazen de onları, zarar vermelerini önlemek ya da bilimsel araştırmalar yapmak için yakalarlar.

Hayvanları yakalamak için çeşitli tuzaklar kullanılır. Kürklü hayvanlan, kürklerine zarar vermeden yakalamak için kullanılan çelik tuzak ilk kez 1823’te ABD’de yapılmıştı. Bu tuzak, bir tabana oturtulmuş menteşeli iki kanattan oluşur. İki kanadı birbirinden ayıran tetik mekanizması, tuzağın metal tabanına hayvan bastığı anda boşalır ve çelik dişler gene çelikten bir yay aracılığıyla hayvanın ayağını kavrar. Bir zincirle toprağa iyice tutturulmuş tuzak kapandığı anda dişler kilitlenir. Hayvanı hemen öldürmeyen ve avcının gelip öldürmesini beklerken ava acı çektiren bu tür tuzaklar dünyanın birçok ülkesinde yasaklanmıştır.

Başka bir tuzak çeşidi, bir yaya bağlı ilmektir. Esnek bir dal yay görevi görebilir. İlmek telden yapılır ve dal tetik görevini görecek bir iple aşağıya çekilerek bağlanır. Av tuzla kaplanan ipi kemirdiği zaman ipin kopmasıyla dal fırlar. Avı saran ilmek sıkışır ve hayvanı havaya kaldırır. İlmek tuzağı da bazı yerlerde yasaklanmıştır.

Kuşlan yakalamak için kullanılan tuzaklar ise giderek daralan ağdan tünellerdir. Kuşlar ağın geniş ağzına sürülür ya da yemle çekilir ve dar ağzında yakalanır. Ağla yapılan tuzaklar çok eskiden beri kullanılmaktadır. Ağlar küçük böceklerden büyük deniz kaplumbağalarına kadar her büyüklükte hayvanın yakalanmasında kullanılabilir. İp ve tel yokken ağlar, dallar ve asmalardan yapılırdı. Bazen avı ağa doğru sürmek için kazıklarla yapılan bir çit kullanılır.

İlkel insanların büyük hayvanlan avlamak için başvurdukları bir yöntem de tuzak çukurlarıydı. Avın izlerinin sıkça görüldüğü bir yere çukur kazılarak üstü dallarla ve yapraklarla örtülürdü. Hayvanın çukura düştüğünde ölmesi için, çukurun dibine ucu sivri kazıklar çakılırdı.

Böcekleri yakalamak için de toprağa gömülen kavanozlar kullanılır. Ağzı toprak düzeyinde kalan bu kavanozların içine yem olarak şekerli bir sıvı koyulur. Böcek kavanoza düşünce yapışkan yem yüzünden dışarı çıkamaz.

Eski zamanlarda kullanılan başka bir tuzak türü de üst üste yerleştirilen iki kütükten oluşurdu. Yem, dokunulduğu zaman üstteki kütüğün düşüp avı iki kütük arasına sıkıştıracağı biçimde yerleştirilirdi. Bildiğimiz fare kapanı da, çelik bir yayla güçlendirilmiş bu tür bir tuzaktır.

Bu tuzaklarda üstten düşen kütük yerine, bir kutu kullanılırsa hayvan canlı yakalanır. Yeni tuzakların çoğu, kapaklı kutulardır. Hayvan kutuya girerken bir tetiğin üzerine basınca, kapak kapanır. Bu tür tuzaklar hayvanlan bilimsel araştırmalar ya da hayvanat bahçeleri için yakalarken kullanılır.

Canlı yakalama ve avı etiketleme yöntemiyle hayvanlara ilişkin çok değerli bilgiler edinilmektedir. Hayvan etiketlendikten sonra salınır; yeniden yakalandığı zaman, nereden nereye göç ettiği anlaşılır.

Kürkleri için hayvanlan avlamak, ilk öncülerin Kuzey Amerika’ya gelme nedenlerinden biriydi. Amerika kıtasına yerleşmek için ilk gelenler, kıtanın Yerliler’i gibi beslenmek amacıyla ayı, geyik, tavşan, hindi gibi hayvanları avlarken, kürk ticareti ile ilgilenen avcılar da tuzaklar kurarak kunduz, mink, misk sıçanı, tilki, porsuk, kakım, vaşak, susamuru, rakun ve kurt gibi kürklü hayvanları avlamaya başladılar. Kanada’da kürk hayvanı avı günümüzde de önemli bir sanayi dalıdır ve gerek yerel, gerek merkezi yönetimler bu tür avcılığı denetlemektedir.

20. yüzyılda hayvanların kürkleri ya da etleri için yakalanması çevrebilim (ekoloji), türlerin korunması ve hayvanlara kötü davranılmaması ile ilgilenen kişi ve kuruluşların eleştirilerini gündeme getirdi. Bazı hayvan türleri yok olurken, bazılarının soyu azalıyordu. Çevrebilim üzerine yapılan araştırmalar, doğa dengesinin korunması için, belli hayvan türlerinin mutlaka belli sayılarda var olmasının gerekliliğini ortaya koydu.

Öte yandan, kürklere fazla zarar vermeden, hayvanlan daha insancıl yöntemlerle yakalamanın yollan da aranıyor. Bugün satılan kürklerin çoğu özel çiftliklerde yetiştirilen hayvanlardan elde ediliyor. Gene de birçok kişi hayvanları kürkleri için doğalarına aykırı koşullarda tutmanın, doğada tuzak kurup yakalamak kadar gereksiz ve acımasız olduğu kanısındadır. 

Yalnızca ok ve mızraklarla, beslenmek amacıyla hayvan öldüren avcılar herhangi bir hayvan türünün yok olmasına neden olmazlar. Oysa ticaret ve kâr amacıyla tüfeklerle avlanan avcılar bu tehlikeyi doğurabilir. Örneğin, 19. yüzyılda avcılar et ticareti için Kuzey Amerika’daki bizonları (bak. BİZON) hemen hemen yok ettiler. Spor için avlanan avcılar, doldurulmuş hayvan kafaları, postlar ve boynuzlar gibi “anı”lar uğruna hayvan öldürmekten çekinmediler. Afrika kıtası aslan, antilop, gergedan ve fil gibi “büyük av”larla doluydu. Avrupa ve Kuzey Amerika’dan gelen avcılar bu hayvanlan vurmak için Afrika’ya “safari” denen av partileri düzenlediler. Bu büyük hayvanlar hem spor yapmak, hem de kâr amacıyla vuruldu. Örneğin filler dişleri için öldürüldü. 20. yüzyıla gelindiğinde insanlar, avcılık denetlenmezse avlanacak hayvan kalmayacağını anlamaya başladılar. Ne var ki, bu denetimler Kuzey Amerika’da yaşayan göçmen güvercin ile Afrika’da yaşayan bir tür zebra olan “kuaga”nın soyunun tükenmesini önlemek için çok geç kaldı. Son zamanlarda gergedan boynuzuna artan istem nedeniyle sürdürülen gergedan avı, bu türün de soyunun azalması tehlikesini doğurmuştur.

Bugün birçok bölgede büyük av hayvanlarının avı sıkı denetim altında sürdürülmektedir. Örneğin, ancak yaşadıkları denetimli bölgede sayılan çok artarsa fillerin avlanmasına izin verilmektedir. Gene de kaçak avlanma hâlâ önemli bir sorundur.

İzinsiz Avlanma

Eğer bir avcı avını kovalarken başkasının arazisinden geçerse av hırsızı durumuna düşer. Yabani hayvanlar kimsenin malı olmasa da, arazi sahibi orada öldürülen ya da yakalanan her av hayvanı üzerinde hak sahibi olduğundan, av hırsızlığı yasalara ay kındır. Av hayvanı tanımına spor amacıyla avlanan hayvanlar, kuşlar ve balıklar girer.

İngiltere’de 14. yüzyıldan başlayarak kralların ve soyluların ormanlarında ya da av bölgelerinde yakalanan av hırsızlan acımasızca cezalandırılmış, hatta idam edilmişlerdir. 18. ve 19. yüzyıllarda da toprak sahiplerinin arazilerindeki av hayvanlarını, av hırsızlarından korumak için çeşitli yasalar çıkarılmıştır. Çünkü av hırsızlığı özellikle 19. yüzyılın ilk yansında İngiltere’de iyice yaygınlaşmıştı. O günlerde çok düşük ücretler alan çiftlik işçileri, akşam karanlığında tarlalardan evlerine dönerlerken yanlarından uçup geçen keklikleri avlamanın niçin zaten iyi beslenen toprak sahiplerinin hakkı olup da kendi aç ailelerinin hakkı olmadığını bir türlü anlayamıyorlardı. 1827’ye kadar toprak sahiplerinin av hırsızlarını yakalamak için çalıların arasına kapan ve tuzaklar kurmalarına yasalar izin veriyordu ve bu tarihten sonra bile bu yola başvuranlar oldu.

Günümüzde kaçak ya da izinsiz avlanma çoğunlukla para kazanmak amacıyla yapılır. Örneğin, av hayvanı tanımına giren sombalığı ve alabalık da çoğu zaman izinsiz avlanmaktadır. Sombalığı yüksek fiyatından ötürü bütün av hayvanlarının en değerlisidir. Bazı izinsiz avcılar ağ ya da zıpkın kullanırken, alabalık “gıdıklanarak” da yakalanabilmektedir. Avcı suya usulca girip balığı dibe sıkıştırır ve iki yanından yavaşça sıvazlayıp hareketsiz kalmasını sağladıktan sonra solungaçlarından sıkıca yakalar. Çeteler oluşturarak avlanan bazı izinsiz avcılar ise zehir ve patlayıcılar kullanarak yüzlerce balığı bir anda öldürürler. Bu yöntemler çalmaya değmeyecek kadar küçük olan binlerce balığı da yok eder. Değerli balık soylarını korumak amacıyla, dünyanın birçok ülkesinde bu tür zararlı izinsiz avcılar için çok ağır cezalar saptanmıştır.

Afrika’daki av hayvanlarının korunma altına alındığı bölgelerde ya da av hayvanı bakımından zengin olan ülkelerde yetkililer değerli hayvanlan postu ya da dişleri için öldürmeye gelen izinsiz avcılara karşı önlemler almışlardır.

Avustralya’da kanguruların avlanmasına izin verilirken, bazı eyaletlerde tilki ve geyik avlan da yapılmaktadır. İngiltere’de geyik avına izin verilir; sülün, ormantavuğu ve keklik gibi bazı kuşlar ise sırf avlanmak için yetiştirilir. At sırtında ve bir köpek sürüsü eşliğinde tilki kovalamak da, 18. yüzyıldan heri İngiltere’de sevilen bir avlanma biçimidir. Bugün birçok ülkede hiçbir zaman avlanmaya izin verilmeyen ve doğanın doğal dengesinin korunmaya çalışıldığı bölgeler de bulunmaktadır.

Avlanmakla bir hayvan türünün sayısını etkin bir biçimde denetleme olanağı vardır. İyi avcı avını izleme ve sezdirmeden ona yaklaşmada ustadır. Keskin nişancılığıyla avını hiç acı çektirmeden en insani biçimde öldürür ve ancak avlanmaya izin çıktığı zaman ve izin verilen yerlerde avlanır. Gene de, avcılık hayvanlara acı ve eziyet çektirdiğinden, birçok çevre korumacı avcılığı acımasız bir spor saymaktadır. Öte yandan, çevrebilim incelemeleri de doğanın dengesinin sürdürülebilmesi için, yabani hayvanların sayılarının belli bir düzeyin altına düşmemesi gerektiğini göstermiştir (bak. ÇevrebİlİM; DoĞAYI Koruma).

Türkler'de Avcılık

Türkler’de avcılığın eski ve önemli bir geçmişi vardır. Anadolu’ya gelmeden önce Orta Asya’da ve Asya’nın değişik yerlerinde boylar, boy birlikleri, devletler ve imparatorluklar halinde yaşayan, büyük bir çoğunluğu göçebe ve yarı göçebe bir yaşam süren Türkler’in zengin bir av kültürü vardı. Komşu kavimler ve bunların uygarlıklarıyla ilişkide bulundukça daha da gelişen ve güçlenen pek çok kültür değerleri ve gelenekler yanında avcılık da toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası olmuştu. Ava çıkmanın töre ve kuralları, avda kullanılan at, alıcı kuş, av köpeği, silah ve tuzaklar; bunlarla ilgili gelenek ve uygulamalar Türkler’in av kültürünün ne kadar zengin olduğunu göstermektedir.

Türkler avcılığı bir spor ve eğlence olarak gördükleri gibi barış döneminde savaş hazırlığı ve eğitimi gibi de düşünmüşlerdir. Gençlerin savaşçılık eğitim ve disiplinini kazanmaları, büyüdüklerini göstererek toplum içinde kendilerine bir yer edinmeleri ile av avlamak, ava çıkmak arasında büyük bir ilgi vardı. Her baba oğlunun eli silah tutacak yaşa gelince ava gitmesini ister, çocuğun ilk avından sonra büyük bir şölen (ziyafet) verirdi. Beyler, hükümdarlar da yakın adamlarıyla büyük sürek avlarına çıkarlar; bunun ardından da görkemli şölenler düzenlerlerdi. Oğuzlar’ın en eski yaşam kesitlerinden örnekler veren Oğuz Kağan Destanı’nda ve İslam dinini kabul edişlerinden sonraki dönemlerden kalma Dede Korkut Hikâyeleri’nde anlatılan avlar oldukça ilginçtir. Araştırmalar avlanmanın başlangıçta dinsel nitelikler taşıdığını; sonradan gelenek haline geldiğini göstermektedir. 24 Oğuz boyunun ongun (kutsal hayvan) olarak şahin, kartal, tavşancıl, sungur, çakır gibi avcı kuşları seçmiş olmaları da avcılığın başlangıçta dinsel bir anlam taşıdığını göstermektedir.

Müslüman Oğuz Türkleri’nin kurduğu Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları ve OsmanlIlar gibi büyük devletlerin hükümdarları ve ileri gelen devlet adamları da avcılığa büyük önem vermişlerdir. 9. yüzyıl Arap yazarlarından Cahiz ve 13. yüzyılda yaşamış olan İranlı yazarlardan İbn Bibi, yapıtlarında Türkler’in avcılığa verdiği önemi, avcılıkla ilgili geleneklere ve uygulamalara geniş yer vererek anlatmışlardır.

Anadolu Selçuklularından, kurumlaşmış olarak Osmanlılar’a geçen avcılık Osmanlı padişahlarının da özel ilgi gösterdikleri etkinliklerden biri oldu. 14. yüzyılda I. Murad’dan başlayarak Yıldırım Bayezid döneminde de avcılığın eski gelenekleriyle devam ettiği görülür. Yıldırım Bayezid’in ava çok düşkün olduğu ve savaş olmadığı günlerde sık sık sürek avına çıktığı bilinmektedir. Bu padişah, Niğbolu Savaşı’ndan sonra (1396) tutsak alıp fidye karşılığı özgür bıraktığı Fransız şövalyelerine gösteri niteliğinde bir av şenliği düzenlemiş, bu gösteriye 7.000 doğancı ve 6.000 zağarcı (av köpeği yetiştiricisi) katılmıştır. 15. yüzyılda yaşayan Fatih Sultan Mehmed’in babası II. Murad da avcılığa meraklı padişahlardandı.

Osmanlı padişahlarının büyük alaylar oluşturarak ava çıkmaları 19. yüzyıla kadar sürmüştür. Av düşkünü padişahlar arasında 17. yüzyılda yaşamış olan I. Ahmed, IV. Murad, I. İbrahim ve IV. Mehmed özellikle anılabilir. Bunlardan “Avcı” lakabıyla anılan IV. Mehmed, saray kadınlarını da ava götürmüştür.

Osmanlı padişahları av için İstanbul’dan fazla uzaklaşmazlardı. Birçoğunun İstanbul yakınlarında av köşkleri ve önceden belirlenmiş “avlık” adı verilen av alanları vardı. Kâğıthane, Üsküdar ve Sarıyer İstanbul yakınlarındaki av alanlarıydı. Büyük topluluklarla sürek avlarının düzenlendiği yerler ise Istranca Dağlan ve bu dağlann yakınlanndaki Çatalca, Çorlu, Karıştıran ve Lüleburgaz yöreleriydi. Av için Trakya’ya geçen padişahlara uygun yerlerde otağ kurulduğu gibi eski başkent Edirne’de de konaklanırdı.

Av sırasında padişahlara ileri gelen devlet adamları dışında doğan, şahin, çakır, atmaca gibi avcı kuşlarıyla zağar, samson gibi av köpeklerini eğitip besleyen “hassa avcılan” ya da “şikâr ağalan”, maiyetleriyle birlikte eşlik ederlerdi.

Osmanlılar zamanında Anadolu’da vali ve sancakbeyleri de av geleneğini sürdürmüş, padişahlar kadar olmasa da büyük topluluklar oluşturarak sürek avlarına çıkmışlardır. Sürek avlan sırasında halktan zorla yardım isteyen ve şikayet üzerine devlet tarafından uyarılan yöneticilerle ilgili belgeler vardır.

1839’da Tanzimat’ın ilanı ile hassa avcıları örgütü dağıtıldı. Halkın da gelişigüzel avlanmasına engel olmak ve avcılığı belli bir kurala bağlamak amacıyla 19. yüzyıl sonlarında çeşitli önlemler alındı. Cumhuriyet döneminde ise avcılığa ilişkin çeşitli yasa ve yönetmelikler çıkarılarak, hangi hayvanların ne zaman avlanacağı, avlanması kesinlikle yasak olan hayvanlar, av silahlarının yapım ve taşınması gibi konularda denetim getirildi.

1937’de çıkarılan Kara Avcılığı Kanunu, Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı olarak oluşturulan Merkez Av Komisyonu’nun aldığı kararlar Türkiye’de avcılığın çok sıkı bir denetim altına alınmasını sağlamıştır. Bugün ülkemizde ırmak, göl ve denizlerde balık ve öteki deniz ürünleri avcılığı; orman, dağ ve bazı sulak yerlerde uçar-kaçar avcılığı yapılmaktadır. Balık avcılığı olta ve ağ başta olmak üzere birçok özel araçla gerçekleştirilir. Uçar-kaçar avcılığı biçiminde adlandırılan kara avcılığında ise tek tüfek, çifte, kırmalı çifte, dolma çifte gibi silahlar kullanılmakta, av köpeği, tazı ve çığırtkan kuş gibi yardımcılardan yararlanılmaktadır. Günümüzde şahin, doğan, çakır gibi avcı kuşlan eğitip avda kullanma hemen hemen unutulmuş gibidir. Ayı, domuz türünden hayvanlar sürek avı ile avlanmakta; geyik, dağ keçisi gibi soyu tükenmeye yüz tutan hayvanlar için de av kısıtlanması uygulanmaktadır. Bazı yörelerde tuzak ve kapan kurularak kuş, tilki, sansar, kurt, sırtlan gibi hayvanlar avlanır.