Çevre Kirliliği
Çevrebilimciler çevreyi canlı, cansız bütün doğal varlıkların ve doğadaki insan yapısı öğelerin bütünü olarak tanımlarlar. Bu çevre, çeşitli insan etkinlikleri sonucunda oluşan atıklar, duman, zehirli kimyasal maddeler ve öbür zararlı maddelerle sürekli kirlenmektedir. Toprak, su ve hava kirliliğinin yanı sıra gürültü ve radyoaktiflik gibi daha yeni öğeleri de kapsayan çevre kirliliği günümüzde tüm dünyada önemli bir sorun haline gelmiştir. Özellikle büyük kentlerde ve sanayi bölgelerinde insan sağlığını tehdit eden ciddi boyutlara ulaşan ve 1970’lerden başlayarak geniş kitlelerin ilgisini çeken çevre kirliliği aslında yeni bir sorun değildir. Yeni ölan, bu kirliliğin tüm dünyada ulaştığı ciddi boyutlar ve insanların bu tehlikenin bilincine varmaya başlamalarıdır.
Ortaçağda özellikle kentler çok pisti, su kaynakları kirliydi ve salgın hastalıklar hızla yayılırdı. Kentlerin koşulları zamanla iyileştirildi, ama Sanayi Devrimi’nden bu yana hızla büyüyen sanayi üretiminin ortaya çıkardığı atıklar çevre kirliliğine yeni boyutlar getirdi. Artan ve belirli kentsel alanlarda yoğunlaşan nüfusun çeşitli etkinlikleri sonunda ortaya çıkan atıkların yok edilmesi gittikçe daha karmaşık bir soruna dönüştü. Artan enerji gereksinimini karşılamak için kullanılan yakıtların dumanı havayı, akarsu ve denizlere boşaltılan atıklar suları kirletti. Kısa sürede çürüyüp ayrışarak doğaya karışan organik atıklara, uzun yıllar bozulmadan kalan plastik, metal, cam gibi sanayi atıkları eklendi. Çöplükler geniş alanlara yayıldı. Zehirli kimyasal ve radyoaktif maddelerden oluşan atıklar bütün canlı varlıklar için tehlike oluşturmaya başladı. Kirliliğin en yoğun olduğu yerlerde insanlar ve hayvanlar ölmeye başladı, bitkiler kurudu. Doğadaki dengelerin bozulması yaşamı tehdit etmeye başlayınca, daha çok sayıda insan çevre kirliliğinin tehlikesini gördü ve bunun önlenmesini istemeye başladı. Çevre kirliliğini önlemenin yolları aranıp bulundu. Ama, kirliliği önleyecek bütün önlemler ek harcamalar gerektirdiği ve sanayi üretimini daha pahalı hale getirdiği için bunların her zaman istekle uygulandığı söylenemez.
Çevre kirliliğini azaltmak için en iyi çözüm atıkların sanayinin hammadde gereksinimini karşılamakta kullanılmasıdır. Örneğin, kullanılmış şişe ve camlar, metal, kâğıt ve plastik atıklar bu maddelerin yeniden üretiminde hammadde olarak kullanılabilir. Öte yandan, denizlere boşaltılan atıklar önceden arıtılarak zararlı maddelerden temizlenmeli, radyoaktif ve zehirli kimyasal atıklar özel koruyucular içinde yeraltına gömülmelidir. ABD’deki Love Canal olayı bu tür atıkların tehlikelerini açıkça ortaya koymuştur. New York eyaletinde, Niagara Çavlanı yakınında plastik ve kimyasal maddeler üreten bir fabrika, 1940’lardan başlayarak atıklarını fabrika yakınındaki eski bir su kanalına boşaltmış, daha sonra doldurulan ve üzeri killi toprakla kapatılan kanalın üstünde okullar, evler yapılmıştı. Ancak 197l ’de, zehirli kimyasal atıkların killi topraktan sızdığı ve bölgenin, bazıları kansere neden olan kimyasal maddelerle kirlendiği belirlendi. Sonunda Love Canal yöresi felaket bölgesi ilan edilerek boşaltıldı. Sızıntıyı önlemek ve kirlenmenin zararlarını gidermek için 20 milyon dolardan fazla para harcandı.
Çöp Sorunu
Büyük bir kentten bir günde toplanan çöpler dağ gibi bir yığın oluşturur. Hastalık taşıyan sinek, böcek ve farelerin üremesi için elverişli bir ortam oluşturan bu çöplerin kısa sürede ortadan kaldırılması insan ve çevre sağlığı açısından zorunludur. Üstelik bu çöplerin artık eskisi gibi yalnızca organik atıklardan oluşmaması sorunun boyutlarını gittikçe genişletmektedir. Yenen sebze ve meyvelerin kabukları, eti için kesilen hayvanların postları, boynuzları, kemikleri, bağırsakları ya da çöpe atılan ekmek parçaları ile yemek artıkları zamanla bileşenlerine ayrılarak doğaya karışabilen atıklardır. Oysa doğada uzun yıllar hiç bozulmadan kalan metal, cam ve plastik eşyalar çevre kirliliği yaratan etkenlerin başında gelir.
Sokak ve caddelerde biriken çöpler yalnız kentleri çirkinleştirmekle kalmaz, insan sağlığını tehdit eden birçok tehlikeyi de beraberinde getirir. Örneğin sokağa atılan şişe kırıkları ya da paslanmış metal parçaları tehlikeli kesikler açabilir. Ayrıca çöplerdeki sebzeler ve hayvansal atıklar çok çabuk çürüdüğünden hem çevreye pis kokular yayar, hem de farelerin ve sineklerin üremesini kolaylaştırarak hastalıkların yayılmasında etkili olur. Bu yüzden, çevreyi temiz tutm ak ve sağlığı korumak amacıyla çöplerin toplanmasını ve yok edilr meşini birçok ülkede belediyeler üstlenmiştir. Çöp toplama hizmetinin sıklığı belediye bütçesinden bu işe ayrılan paraya, çöp kamyonları ile temizlik işçilerinin sayısına ve iklime bağlıdır. Çöplerin daha çabuk çürüyüp kokuştuğu sıcak ve nemli iklim kuşağındaki ülkelerde çöplerin daha sık toplanması gerekir. Modern çöp kamyonlarında, çöpleri parçalayıp sıkıştırarak her kamyonun daha çok çöp toplamasını sağlayan sıkıştırma düzenekleri vardır. Evlerdeki çöpleri kanalizasyon sistemine bağlı çöp öğütme makineleriyle yok etmek daha da sağlıklı bir yöntemdir. Bu düzeneğin bulunduğu evlerde çöpler hiç biriktirilmeden mutfak lavabolarına dökülür ve küçük bir elektrik motoruyla çalışan öğütücüde öğütülür. Böylece ince toz haline gelen çöpler suyla birlikte kanalizasyon borularına akar. Yalnız, metal ve plastik atıklar bu makinelerde öğütülemediği gibi çok iri kemikler de sorun yaratabilir.
Toplanan çöpler eskiden denize dökülürdü. Ancak denizlerin kirlenmesinin sonuçları ortaya çıkınca birçok ülkede denize çöp dökülmesi yasaklandı. Bugün en çok gömme ve yakma yöntemleri kullanılmaktadır. Çöplerin kullanılmayan taşocaklarına ve benzeri çukurlara gömülmesini içeren gömme yönteminde çöp katmanlar halinde yayıldıktan sonra üstü toprakla kapatılır. Daha sonra toprak yüzeyi düzenlenerek buraları park ve yeşil alan olarak değerlendirilebilir. Yakma yönteminde ise çöpler yakılarak bir enerji kaynağı olarak değerlendirilir. Eski Mısır’da yüzyıllar boyunca Kahire’deki hamamların yakılan çöplerden sağlanan ısıyla ısıtıldığı bilinir. G ünümüzde özel fırınlarda yakılan çöpler önce m agnetik' ayıklayıcıdan geçirilerek içindeki metal parçaları ayrılır. Çöp yakma fırınlarının hava kirliliğine neden olmaması için bacalarına filtre takılır.
Su Kirliliği
Her yıl milyonlarca ton çöpün döküldüğü denizler zamanla birer çöplüğe dönüşmüş, kuşkusuz bunun en büyük zararını deniz ve okyanuslardaki canlılar görmüştü. Çok miktarda pislik arıtılmadan kanalizasyonlardan deniz, göl ve ırmaklara akıtıldığı zaman su bu kadar çok pisliği arıtamaz. Sudaki tüm oksijen tükendiği için, balıklar ve atıkları ayrıştırarak zararsız maddelere dönüştüren bakteriler ölür. Sularda yalnızca oksijensiz yaşayabilen, hastalık yapıcı bakteriler kalır. Özellikle sanayi bölgelerine yakın olan Akdeniz ve Japon Denizi ile Kuzey Amerika’daki Büyük Göller’de görülen kirlilik bütün okyanusları etkilemektedir.
1950’lerde Japonya’da görülen Minimata hastalığının denize dökülen cıvalı atıklardan etkilenen ton balığının yenilmesinden kaynaklandığı belirlenmiştir. Fabrikaların denize döktüğü kimyasal atıkların içindeki ava önce küçük deniz canlılarının, sonra bunları yiyen daha büyük balıkların vücudunda birikiyor ve en sonunda o balıkları yiyen insanlara zarar verecek düzeye ulaşıyordu. 1986’da Kuzey Denizi’nde yapılan bir araştırmada, incelenen yassıbalıkların beşte ikisinden fazlasında kanser hastalığına benzer belirtiler bulunmuştur. Kuşkusuz, kirlenme yalnızca insan sağlığını değil öteki canlıları da etkilemektedir.
Hava Kirliliği
Fabrika bacalarından çıkan duman ve m otorlu taşıtlardan çıkan egzoz gazları hava kirliliğinin temel etkenleridir. Havaya karışan kükürt dioksit gibi kimyasal maddeler havadaki nemle birleşerek asitlere dönüşür. Havadaki asit taş ve tuğlaları aşındırarak yapılara zarar verir. Egzoz gazlarıyla havaya karışan karbon monoksit ve hidrokarbonlar da insan sağlığına zararlıdır.
Güçlü güneş enerjisinin etkisiyle havadaki yoğun duman içinde oluşan kimyasal tepkimeler de boğucu bir sise yol açar. Özellikle astımı ve akciğer hastalıkları olanlara çok zararlı olan bu sis ağaçları ve öteki bitkileri de zehirleyebilir. Londra, Los Angeles ve Tokyo gibi kentlerde hava kirliliğine bağlı sis büyük ölçüde denetim altına alınmıştır. Ama azgelişmiş ülkelerdeki Kalküta ve Meksiko gibi kentlerde hava kirliliği gittikçe artmaktadır.
Kömür, petrol gibi yakıtların dumanındaki kükürt dioksidin havadaki su buharı ile birleşerek oluşturduğu sülfürik asit, asit yağmuru olarak yeryüzüne iner. Hava akımlarıyla sürüklenen duman yüzlerce kilometre uzakta bile asit yağmuruna yol açabilir. Asit yağmuru suların asitlilik derecesini artırarak canlılara zarar verir.
Hava kirlenmesinin bir başka tehlikeli sonucu atmosferin yüksek katm anlarında bir karbon dioksit tabakasının oluşmasıdır. Kömür, odun, mazot gibi yakıtların yanmasıyla açığa çıkan karbon dioksitin oluşturduğu bu tabaka, yeryüzünden yansıyan güneş ışınlarını engelleyerek atmosferin ısınmasına yol açar. Sera etkisi denen bu olgu Dünya’nın sıcaklığının artmasına neden olmaktadır. Eğer enerji üretimi için odun, kömür ve petrol ürünlerinin yakılması bugünkü düzeyde sürerse, 50 yıl içinde dünyamızdaki ortalama sıcaklığın 3°-5°C yükseleceği sanılıyor. Bunun sonucunda iklim özellikleri değişecek, bazı bölgeler çoraklaşacak, kutuplardaki buzlar eriyerek deniz düzeyi 5 m etre kadar yükselecek, birçok liman ve Hollanda, Bengal gibi çok geniş alçak alanlar sularla kaplanacaktır.
Hava kirliliğinin bir başka etkeni de aerosollerde ve soğutucularda kullanılan bazı gazların havaya karışmasıdır. Atmosferdeki koruyucu ozon katmanına zarar veren bu kirlilik AEROSOL maddesinde ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Eğer gerekli önlemler alınmazsa, bu olay sonucunda Dünya’da tüm canlılar Güneş’ten gelen morötesi ışınların zararlı etkileri karşısında korumasız kalabilir.
Kimyasal Kirlilik
Tarımda kullanılan gübreler ve böcek öldürücü ilaçlar da çevre kirliliğine neden olur. Gübrelerdeki kimyasal maddeler topraktan akarsulara karışarak su kaynaklarında ve denizlerde toplanır. Bunlar yosunların hızla büyüyerek sudaki tüm oksijeni kullanmasına yol açar ve sonuç olarak sudaki yaşam sona erer. Zararlı böcekleri öldürmek için kullanılan zehirli ilaçlar yararlı canlıları da öldürm ekte, bu tür ilaçların kullanıldığı tarlalardaki ürünleri yiyen hayvanlar da zehirlenmektedir.
Bu konuda çok bilinen bir örnek DDT ile zehirlenme olayıdır. Böcek öldürmede kullanılan bu zehirli kimyasal bileşik doğada kolayca yok olmaz. Sulara karışarak; önce küçük su canlılarının, sonra onları yiyen balıkların vücuduna geçer. Beslenme zinciri boyunca ilerledikçe DDT balıklann vücudunda, yoğunluğu artarak birikir. Böyle balıklan yiyen insanlar tehlikeli miktarda DDT almış olurlar. Bunun sonucunda kanser ve sakat bebek doğumları gibi olaylar ortaya çıkabilir. Pek çok gelişmiş ülkede DDT kullanımı yasaklanmıştır. Ama, zararının pek iyi bilinmediği azgelişmiş ülkelere satmak için gelişmiş ülkeler DDT üretimini sürdürm ektedir.
Çevremizi kirleten çok çeşitli kimyasal maddeler vardır. Bunlar arasında dioksin, dieldrin ve öteki tarım ilaçları, hidrolik yağ ve plastik yapımında kullanılan poliklorodifenil (PCB) sayılabilir. Kadmiyum, kobalt, çinko, kurşun, nikel, cıva da aynı biçimde canlıların vücudunda birikerek insan ve hayvan sağlığını olumsuz etkileyebilir.
Radyoaktif Kirlilik
Nükleer enerjinin en büyük sakıncası, ortadan kaldırılması gereken radyoaktif atıkların ortaya çıkmasıdır. Bir başka temel sakınca da, 1986’da SSCB’deki Çernobil’de olduğu gibi kaza sonucu çok tehlikeli radyoaktif sızıntıların olabilmesidir. Radyoaktif kirlenme binlerce yıl sürebilir. Günümüzde radyoaktif atıklar çok sağlam beton koruyucular içinde toprağa ya da deniz dibine gömülmektedir; ama bunu sonsuza dek sürdürmek de olanaksızdır.
Sorunların Çözümü
Çevre kirliliği tüm dünyanın karşı karşıya olduğu, acil çözüm gerektiren bir sorundur. Çok sayıda insan bu konuyla uğraşmakla birlikte, birçok hükümetin ve büyük şirketlerin bu konuda yeterli duyarlığı gösterdiği söylenemez. Çünkü kirliliğe karşı önerilen önlem lerin maliyeti genellikle yüksektir ve şirketlerin kârlarını azaltır. Birçok kişi de kirliliğe karşı önlem alınmasını ister, ama bunun için yaşam biçimini ve alışkanlıklarını değiştirmeye yanaşmaz.
Çevre kirliliği geç kalınmadan denetim altına alınmalı ve kirliliğin azaltılmasına çalışılmalıdır. Ama başarılı sonuçlar alabilmek için, sanayicilerin bundan doğacak maliyet artışını göze alması ve insanların yaşam biçimlerini değiştirmesi gerekir. Örneğin, elektrik santrallarının bacalarına filtre konularak zararlı dumanlar süzülüp asit yağmuru azaltılabilir, ama bu uygulama elektriğin fiyatını yükseltecektir. Öte yandan insanların özel otomobil kullanma alışkanlıklarından vaz geçmeleri de çevre kirliliğinin önlenmesine önemli katkıda bulunacaktır.
Günümüzde kirliliğe neden olan pek çok madde vardır. Bilim adamları bunları kullanmaktan kaçınmak ya da zararlarını ortadan kaldırmak için yeni yollar bularak, insanın altüst ettiği doğal dengeyi yeniden kurmaya çalışmaktadırlar.
Çevre kirliliğinin önlenmesi için uluslararası alanda çalışmalar yürütülmektedir. 1972’de Stockholm’da toplanan Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı’na 130’dan çok ülkeden temsilciler katılarak çevre sorunlarını ve bu konuda alınması gerekli önlemleri görüştüler. Konuya ilgiyi canlı tutmak için konferansın toplandığı 5 Haziran günü her yıl Dünya Çevre Günü olarak kutlanmaktadır.
Birçok ülkede çevre kirliliğini önlemek amacıyla yasal düzenlemelere gidilmiştir. Türkiye’de bu konu ilk kez 1971 tarihli Su Ürünleri Kanunu’nda açıkça ele alındı. 1982 Anayasası’nın 56. maddesinde ise “çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların görevidir” hükmü yer alıyordu. 1983’te çıkarılan Çevre Kanunu ile çevrenin korunmasına ve kirliliğin önlenmesine ilişkin ayrıntılı önlem ve düzenlemeler getirildi. Bu alanlardaki çalışmalar 1978’de kurulan Çevre Genel Müdürlüğü’nce yürütülmektedir.