Eleştiri
Eleştiri, Eleştiri terimi günümüzde edebiyatta geniş anlamda, edebiyat konularıyla ilgili bütün söylemi içeren, edebiyat tarihi, edebiyat kuramı ve değerlendirici eleştiri gibi birbirinden ayrılabilen, ama aynı zamanda örtüşen üç alanı kapsayacak biçimde kullanılır. Edebiyat kuramında edebiyatın ilkeleri, biçimleri, teknikleri ve işlevlerinin belirlenmesine çalışılır. Edebiyat eleştirisi yalnızca değerlendirici eleştiri olarak, dar anlamda ele alınırsa, yalnızca belirli yapıtları ve yazarları araştırmak ve çözümlemekle sınırlanır. Birçok uzman tarafından bu, edebiyat eleştirisinin ana görevi sayılır. Bu tür bir yargılamayı savunanlar etimolojinin desteğinden de yararlanırlar: Eleştiri sözcüğünün Batı dillerindeki karşılığı olan "kritik" sözcüğü Yunanca "krinein", "yargılamak" sözcüğünden gelir. "Kritikos" terimi de, "edebiyat yargıcı" anlamındadır. İlk kez İ.Ö. V. yy'da kullanılmıştır.
Eleştirinin tarihçesi: Edebiyat sorunları Eflatun'un birçok söyleşisinde ciddi biçimde tartışılmıştır. Ama edebiyat eleştirisinin temel yapıtı Aristoteles'in Poetika'sidir. Aristoteles Poetika'da edebiyatın amacının taklit olduğunu (mimesis), ileri sürmüş, Longinus(Yücelik Üstüne) adlı yapıtında, edebiyatın düzeyini yazarların büyüklüğünün, ruhunun belirleyeceğini savunmuştur. Bu iki yapıt ile Horatius'un rahat bir üslupla, mektup biçiminde yazdığı, Şiir Sanatı adlı yapıtı, edebiyatın zevk verici ve aydınlatıcı olması gerektiği görüşünün kaynağını oluştururlar. Romalıların belagat (retorik) ve nazım sanatı geleneği Ortaçağ boyunca yaşamış, ama Eski Yunan yazarları, Rönesans döneminde yeni klasikçilik öğretisi ortaya çıkıncaya kadar unutulmuşlardır.
Yeni klasikçiliğin gelişmesinde çeşitli aşamalar ayırt edilir. Başlangıçta Eskiçağ yazarlarının otoritesini, görüşlerini kabullenmek, onların ilkelerini aklın tek volu gibi görmek yaygındı. Daha sonra eğitilmiş seçkinlerin beğenileri ağırlık kazandı.
Klasik anlayış, XVIII. yy'ın ikinci yarısında, yeni tarih anlayışının ışığında çözüldü, dağıldı. Özellikle Almanya'da Johann Gottfried von Herder ve Schlegel kardeşlerin yapıtlarında, klasik geleneğe, yapıtların belirli bir zaman ve uzamın ürünü olduğu görüşü yararına karşı çıkıldı. Bu görüşe göre eleştiri bir yapıtı anlamaya, onun kendine özgü güzelliğinin tadına varmaya yarar. Edebiyat konusunda değişmez ölçütler koymak, eleştirinin konusu dışında kalır. İmmanuel Kant çeşitli görüşleri bağdaştıran bir formül önermiş, Kritik der Urteilskraff (Yargı Gücünün Eleştirisi, 1790) adlı yapıtında beğeninin hem bireysel, hem de evrensel olduğunu, sağduyuya seslendiğini savunmuştur.
Birtakım değişmez yargı ilkeleri getirme girişimleri daha sonra da sürmüş, ama XIX. yy'da tarihsel görüş ağır başmıştır. Samuel Taylor Coolridge fantezi ile düşü birbirinden ayırırken, William Hazlitt gibi uzmanlar, kişisel tepkilerine dayanan ve "izlenimcilik" adı verilen yöntemleri geliştirmişler, Walter Pater de "sanat için sanat"! savunan estetik hareketini gelişmiştir. Kuramcıların çoğu edebiyat konusunda nedensel bir açıklama getirmeye çalışmışlar, sözgelimi Hippolyte Adolphe Taine, belli bir ortamın, belli bir anının ve belli bir ırkın (ya da ulus) çok etkili olduğu, yaklaşımını benimsemiştir. Aynı geleneği paylaşan marksçılar, ekonomik ve toplumsal koşulların etkisini vurgulamışlardır.
XX.yy. edebiyat eleştirisinin çok yaygınlaştığı ve farklılaştığı bir dönem oldu. İtalya, SSCB ve ABD gün geçtikçe artan önemde roller üstlendiler, ilgili dallardan bütünüyle yeni yöntemler ortaya çıktı. Doğu Avrupa'da yaygınlaşan marksçı eleştiri, Batı'da da yandaşlar buldu. Ayrıca Freudçu psikanaliz edebiyata da uygulandı. Cari Jung'un ortaya attığı, kolektif bilinç dışının arketipler (mantık öncesi algılama ve kavrama biçimleri) konusundaki kurgusal düşünceleri, bütün edebiyatta rastlanan mitlerin araştırılması hareketini başlattı. Çağdaş dilbilimin etkisi altında, katı üslupçu yeni bir eleştiri yöntemi ortaya atıldı. Northrop Frye, farklı kültürlerde edebiyat kalıpları arasındaki benzerlikleri ortaya koyan ruh bilimsel ve antropolojik yaklaşımı savundu. Önce Rusya'da sonra da Çekoslovakya'da yaygınlaşan ve "yapısalcılık" adı verilen biçimsel edebiyat araştırması, Fransa ve ABD'de de benimsendi. Varoluşçuluktan esinlenen felsefi eleştiri önem kazandı. İngiltere'de T. S. Eliot, Fransa'da Paul Valery gibi modernizm sözcüleri, beğeni düzeyini derinlemesine etkilediler.
Eleştirinin işlevi: Yazarlar ve bazı okurlar bir tür hata bulma işi saydıkları eleştiriye karşı çıkarlasa da, eleştiri gerekli bir çalışmadır. İnsanlar kitaplar hakkında hep yazacak, iyi kitaplar ile kötüleri arasındaki farkları ortaya koyacaklardır. Tiyatro eleştirmenleri, kitap tanıtma yazısı yazanlar,piyasaya çıkan oyunları, kitapları incelemek zorundadırlar. Basılan kitapların ancak küçük bir bölümü tanıtma yazılarına konu olur. Yıllar sonra bunların da pek azı anımsanır. Ama eleştirmen, belli bir beğeni düzeyi oluşturur; yazarların saygınlık kazanmasına aracılık eder.
Eleştirmenler geçmiş dönemlerde yazılmış yapıtları da değerlendirir, tekrar tekrar yeniden yorumlar, edebiyat geleneğini gözden geçirirler. Böylece eleştirmek ya geleneklerin koruyucusu olur ya da yazarları değerlendirmede yeni bakış açılan kullanılır. Sürekli olarak, unutulmuş, bilinmeyen yazarlar ortaya çıkarılır; yapıtları yeniden gözden geçirilip, canlandırılır ya da kötülenip, kenara atılır. Bu anlamda eleştirmenler, neyin klasik olup olmadığını tekrar tekrar tanımlarlar. Ama asıl uğraş alanları, güncel edebiyat yaşamı, yeni akımlar, yeni yazarlardır. Bütün bu nedenlerden, eleştirinin edebiyat tarihinde büyük önemi vardır. Edebiyat eleştirisinin bir işlevi olan edebiyat kuramıysa, güncel gelişmelerle ilgilenmez. Amacı edebiyatın nasıl olduğunu ortaya koymak, ilkeleri, kuralları, gelenekleri saptamaktır. Kuram tartışmaları estetik sorunlarını, daha sonra da felsefi tartışmaları ortaya koyar. Dilin, hattâ gerçeğin doğası konusundaki sorulara yanıt aranır.
Eleştiri yöntemleri: Yöntemler eleştirinin işlevine göre farklılık gösterir. Edebiyat yapıtları yalnızca içerdikleri görüşü iletebilmeleri ya da etkili olabilmeleri açısından ele alınabilir; ama eleştirmenler aynı zamanda, yapıtı yorumlamak ve bu yorum için bazı araçlar geliştirmek zorundadırlar. Ses kalıplarını, ölçüleri (vezin), üslupları, mecazları, kişilikleri, konuyu, yapıtın ortaya attığı görüşleri çözümlerler. Bunun yanı sıra yapıtın "atmosferi"ni, dikkati çeken özelliklerini, vurgulanmasını, tanımlanmasını istedikleri bireysel özellikleri de araştırırlar. Bu yorumlamalardan sonra sanatsal başarı tartışılır; yapıtın ahlâksal, siyasal, dinsel, felsefi yönleri ortaya konur.
Geleneksel kalıplara uygun olarak modern eleştirmenlerin yapıtı her şeyden yalıtılmış gibi ele almadıkları doğrudur. Yapıtı incelerken, yazılmasının olası nedenlerini, en azından geçmişini ele alırlar. Burada kuşkusuz yazarın yaşamını, kişiliğini, ruhsal yapısını ve deneyimlerini inceleyen biyografik eleştiri ön plana çıkar. Tarihsel eleştiri yapanlar, yapıtın öncüsü olabilecek yapıtları araştırırlar. Bir yapıt kendinden önce benzer konuda yazılmış yapıtlara karşı bir başkaldırı niteliği de taşısa, onlara tümüyle karşı da olsa, gene de aynı biçimde ve türdeki yapıtların geleneğinin bir uzantısıdır. Eleştirmen ayrıca, yazarın yazdığı toplumsal ortamı da araştırmak zorundadır. Yazarın kökeni, belli bir toplumun üyesi olarak o toplumla ilişkileri, dönemi ve yaşadığı yer göz önünde tutularak incelenir. Öbür sanat akımlarının, felsefenin, din bilimin, siyasetin, ekonominin, vb.insansı etkinliklerin yapıtla ilişkisi belirlenir. Sözgelimi Arthur O. Lovejoy (1873-1962), Essays in the History of İdeas (Düşünce Tarihi Boyunca Denemeler, 1948) adlı yapıtında, felsefe ile edebiyatı bir akılcı tarih araştırması kapsamında birleştirmiştir.
Araştırmalarda edebiyatın toplum üstündeki etkisine gün geçtikçe daha büyük önem verilmektedir. Tarih boyunca tartışılan görüşlerden sayısız sorular ortaya çıkar. Bu tartışmalardan bazılarına günümüzde bile çözüm getirilememiştir. Söz gelimi, edebiyatın doğası konusundaki tartışmalar sürüp gitmekte, bazı uzmanlar edebiyatı estetik bir mutluluk kaynağı olduğu ve insanları düşündürdüğü için sanat saymaktadır. Öte yandan, edebiyatı bir iletişim biçimi olarak ele alanlar, işlevinin dilin işlevinden farksız olduğunu ileri sürmektedirler. Aralarında Cleanth Brooks ve Robert Penn Warren'in bulunduğu yeni eleştirmenler, her yapıtın tek başına, bağımsız olarak ele alınıp yakın okuma tekniğiyle incelenmesini önermektedirler. Ancak eleştirmenlerin çoğunluğu, edebiyatı geniş anlamda değerlendirmekte ve geleneksel yaklaşıma ağırlık vermektedirler. Eleştiride nesnel ya da öznel yol izlemek de ayrı bir tartışma konusudur. Öznel eleştiride eleştirmenin kişisel görüşleri, beğenisi ön plana çıkar. Nesnel eleştiride mutlak ölçütler ya da metindeki belirleyici öğeler gibi eleştirmeni bağlayıcı ilkeler göz önünde tutulur.
Günümüzde düşünceler öylesine farklılaşmıştır ki iletişim, kimsenin birbirini anlamadığı "Babil Kulesindeki gibi olanaksızlaşmıştır. Daha önceleri eleştiride, hiç bu kadar farklı düşünceler mayalanmamış, eleştirmenler de günümüze kadar hiç bu denli dikkat çekmemiş, bu denli ateşli yandaşlar edinmemişlerdir. Bazı araştırmacılar yaşadığımız dönemin bir eleştiri çağı olduğunu, eleştirmenlerin yalnız edebiyat uzmanı değil, aynı zamanda toplum ve uygarlığın da eleştirmeni olması gerektiğini savunmaktadırlar.