Uzakdoğu Dilleri ve Edebiyatı
Genellikle Uzakdoğu olarak bilinen Doğu ve Güneydoğu Asya’da konuşulan birçok dil vardır. Bunlardan en önemli üçü Çince, Japonca ve Kore dilidir.
Çince
Çin-Tibet dil ailesi içinde yer alan en önemli dil olan Çince, Güneydoğu Asya'da yaşayan çok sayıda insanın anadilidir. Çin-Tibet dil ailesi içindeki öbür diller Tibet, Birman ve Lao dilleridir.
Yazılı Çince’nin tarihi 3.500 yıldan daha öncelere kadar uzanır. Çin yazısı sesleri gösteren harflerle değil, nesneleri ve anlamları temsil eden resimsel simgelerle yazılır. Çince bir sözcüğe bakınca, çoğu zaman onun nasıl söyleneceğini bilemezsiniz. Çince’de yaklaşık 50 bin kadar karakter olmakla birlikte, günlük kullanım için bunların 3.000-4.000 kadarı yeterlidir.
Çince karakterler geleneksel olarak yukarıdan aşağıya doğru okunur. Çince yazıya sayfanın sağ üst köşesinden başlanır. Çince yazılmış bir kitabın ilk sayfası, batı ülkelerinde yazılmış bir kitabın son sayfasıdır.
En eski karakterlerin bazıları başlangıçta doğrudan doğruya resimdi.
Çin yazı sistemindeki karakterler iki temel birimden türetilir: Bunlar, sayısı 214’ü bulan kökler ve okunuşa yardımcı olan sesbirimler ya da fonemlerdir. Kendileri de kök olabilen sesbirimler, sözcüklerin nasıl okunacağı konusunda ipucu verir. Sesbirim özelliği olmayan karakterlere “ilkel” denir. Bu tür karakterlerin sayısı 20 ya da 30 kadardır. Bir karakter yalnızca bir kökten bile oluşabilir. Her karakter tek hece olarak söylenir.
Çince’de çoğu zaman iki karakter, her ikisinin anlamını vermek amacıyla birleştirilmiştir.
Konuşma dilinde, Çin halkının yaklaşık yüzde 70’i Mandarin dilini kullanır. Aslında, Mandarin dünyada en çok sayıda insanın (610 milyon) konuştuğu bir dildir. Çin’in değişik bölgelerinde birbirine benzemeyen daha birçok lehçe konuşulmaktadır. Çin’in kuzeyinde, Pekin’de oturan bir kişi, güneydeki Kantonlu birinin konuştuğu dili anlayamaz. Bu nedenle Çinliler Mandarin dilini temel alarak yeni bir konuşma dili geliştirdiler. Bugün Çin’de okumuş herkes “ulusal dil” olan guo yu (buna aynı zamanda “ortak dil” anlamına gelen putonghua da denmektedir) dilini anlayabilir. Konuşma dilinin böyle olmasına karşılık, yazı dili bütün Çin’de aynıdır.
Çince lehçelerin hiçbirinde birkaç yüz sesten fazlası kullanılmaz. Çinliler bu seslere daha büyük bir çeşitlilik kazandırmak için özel bir titrem (ton) sisteminden yararlanır. Bu, Türkçe’de ses tonunun çoğu zaman bir heceden öbürüiıe geçerken yükselip alçalması gibidir. Mandarin dili, her biri tek bir hecede olmak üzere, dört ses titremi kullanır: Düz, yükselen, alçalan-yükselen ve alçalan. Bir sözcüğün anlamını titremler kadar, o sözcükteki ünlülerle ünsüzlerin bileşimi de belirler. Örneğin, belli bir titremle çıkarılan ma sesi “anne”, başka bir titremle çıkarıldığı zaman “keten” , daha başka bir titremle çıkarıldığı zaman “at mı?” , dördüncü bir titremle çıkarıldığı zaman da “ne?” anlamına gelir.
Japonca
Japonca, Japonya’da yaşayan 122 milyon ve Japonya dışında yaşayan 1 milyon insanın konuştuğu bir dildir. Belli bir Japon lehçesini konuşanlar başka bir Japon lehçesini konuşanları her zaman anlayamaz. Oysa ülkenin her yerinde ve okullarda öğretilen resmi Japonca’yı herkes konuşup anlayabilir.
Japonca Altay dil ailesi içinde yer alan ve en çok Kore diline yakın olan bir dildir. Ama aralarında Moğol dilleriyle Türkçe’nin de bulunduğu öbür Altay dillerinin birçoğuna benzemez.
Birçok Japonca sözcük birkaç heceden oluşur. Japonca’da toplam olarak yalnızca 100 hece vardır. Sözcükler belirgin bir vurgu olmadan söylenir. Japonca yazı dili dünyanın en karmaşık yazı sistemidir. 1.500 yıl öncesine kadar Japonca’yı yazıya dökmenin olanağı yoktu. Daha sonra, Çin’den ve Kore’den gelen Budacı keşişler bir yazı sistemi geliştirdiler. Bu sistemde kanci denen binlerce Çince karakter kullanılarak Japonca yazı dili oluşturuldu. Her iki dilde de “erkek”, “insan” anlamına gelen karakter Çince’de rın, Japonca’da ise hito olarak okunuyordu. Kökeni Japonca olan ve Çin harfleriyle yazılan sözcüklere kun sözcükleri denir. Zamanla, Japonlar Çince’den yalnızca karakterleri almakla kalmadılar, birtakım Çince sözcükler de aldılar, ama çoğu zaman bu sözcüklere yeni anlamlar yüklediler. Çince kökenli bu sözcüklere Japonca’da on sözcükleri denir.
Japonca Çince’den çok farklı olduğu için yalnızca Çince’den alınan karakterlerle yazılması olanaksızdı. Sözcüklerin bazı bölümleri, özellikle de sözcük sonlarında kanci kullanılmıyordu. Böylece, 8. yüzyılda Japonlar, kendi dillerine özgü bu sözcük parçalarını ve hecelerini kanci’den yararlanarak yazabilecekleri bir yazı sistemi geliştirdiler. Birer hece belirten bu yeni işaretlere kana deniyordu. Kana, zamanla, hiragana ve katakana denen ve her biri 50 karakter içeren, birbirine paralel iki hece sistemine dönüştü. Japonca batı dillerine göre çok daha az heceli bir dil olduğundan, sözcüklerin yazımı için yalnızca 50 harf yetiyordu.
Başlangıçta hiragana’yı kadınlar, katakana’ yı ise din adamları ve resmi görevliler kullanıyordu. Bu ikinci gruptakiler genellikle kadınların bilmediği arı Çince ile de yazıyorlardı. Günümüzde ise hiragana genellikle bütün metinlerde, katakana ise yalnızca (televizyon anlamına gelen te-re-bi gibi) batı kökenli sözcükleri yazmak için kullanılmaktadır. Ayrıca kana ile birlikte birçok kanci karakteri de bulunabileceğinden bir sözcükte hem kana, hem de kanci karakterleri olabilir.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Japon yönetimi yazı sistemini değiştirerek sadeleştirdi. Kanci (Çin) karakterlerinin sayısı gerek resmi, gerek günlük kullanım için 2 .000’den daha aza indirildi, biçimleri de yalınlaştırıldı. Japonca’da her şey, çocukların daha ilkokulun ilk yıllarında öğrendikleri kana yazısı ile vazılabildiği için, kanci yazısının büsbütün bırakılmasını isteyenler de oldu. Bugün kanci gelişmesini sürdürürken, halkın okuduğu kitaplarda olsun, ders kitaplarında olsun, kanci ile kana karışımı bir yazı kullanılmaktadır. Yalnız çocuk kitapları kana karakterleriyle basılmaktadır.
Kore Dili
Altay dil ailesinden olan Kore dilini 39 milyonu Kore Cumhuriyeti (Güney Kore), 18 milyonu ise Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nde (Kuzey Kore) yaşayan 57 milyon insan konuşur. Kore’nin kuzeyi ile güneyinde konuşulan dil arasında bazı farklılıklar vardır.
Kore dilinde bazı Çince sözcükler de bulunur ve bunlar daha önce sözünü ettiğimiz kanci karakterleriyle yazılır. Ne var ki, Japonca’dan değişik olarak, Kore kökenli sözcükler hiçbir zaman kanci karakterleriyle yazılmaz.
15. yüzyılda bugün Hangul denen, o dönemde ise Anmun adı verilen yerel bir fonetik yazı bulunmuştu. Bu yazı Japon yazısı gibi Çince karakterlere değil, Eski Hindistan’ın fonetik Sanskrit alfabesine dayanıyordu. Bu yazıyı uzun süre yalnızca halk kullandı. Saray ve ünlü yazarlar 19. yüzyılın sonlarına kadar Çin karakterlerini kullanmayı sürdürdüler. Oysa bugün Hangul’u Kuzey Kore’ de herkes kullanmaktadır. Güneyde ise, Çince’den alman karakterler kadar, Hangul yazısının kullanımı da, hoş karşılanmamakla birlikte, hâlâ geçerlidir.
Japonlar 1910’da Kore’yi egemenlikleri altına aldıkları zaman, Kore dilinin konuşulmasını ve öğretilmesini yasaklamışlardı. Ne var ki, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Hangul yeniden canlandı. Çin yazısı ise Kore Cumhuriyeti’nde okullarda hâlâ öğretilmektedir.
Çin Edebiyatı
Çin edebiyatının en eski örnekleri İÖ 6. yüzyıla kadar uzanır. Bunlar “Konfüçyüs klasikleri” diye bilinen yapıtların ilk örnekleridir. Çinli büyük düşünür ve eğitimci Konfüçyüs’e göre sağlıklı bir öğrenim, bu yapıtlardan biri olan “Şarkılar Kitabı”yla (yaklaşık İÖ 1000-600) başlar. Konfüçyüsçü geleneğin temel kutsal kitabı sayılan Lun yu (“Söyleşiler”) ise Konfüçyüs’ün söyleşileri sırasında öğrencilerinin tuttuğu notlar ile günlüklerinin toplamıdır. Bu derleme Konfüçyüs’ün kişiliği ve eğitim yöntemi konusunda aydınlatıcı bir belgedir. Konfüçyüs’ün izleyicilerinden biri olan eğitimci Mengzi’nin seçilmiş sözleriyle yaşamını içeren derleme ise yetkin bir düzyazı örneğidir.
Klasik dönemde dinsel önem taşıyan yapıtlar vermiş, ama Konfüçyüs’ün öğretisine karşı çıkmış üç yazar daha vardır. Laozi’nin yazdığı ve doğal yaşamla ilgili kısa denemelerden oluşan Yüce Aklın Erdemi, daha sonra Laozi’ nin öğretisine dayanan Taoculuk’un temel kitabı olarak kullanılmıştır. Zhuangzi ise ancak yetkin bir insanın özgür olabileceğine inandığı için yapıtlarında böyle bir insan arayışı içinde olmuştur. Genellikle Çin’in en büyük dinsel yazarı sayılan Mozu savaşa karşı yazılarıyla tanınır.
İS 4. yüzyılda Avrupa’da ortaçağ başlarken, doğuda Çin edebiyatı altın çağına girdi. Bu dönemdeki büyük yazarların çoğu şairdi. Değişik sanat anlayışları olan ve farklı anlatım biçimlerini benimseyen bu şairlerin işledikleri konular doğadan şaraba, kuzeyin savaş türkülerinden güneyin aşk türkülerine uzanan bir çeşitlilik gösteriyordu. Tao Qian halktan biri gibi davranmaya ve yazmaya önem veren bir şairdi. Doğayla ilgili duyarlı şiirler yazdı. Wang Wei hem şair, hem de ressam ve müzisyendi. Şiirlerinde her zaman resim öğeleri bulunan bu sanatçının resimlerinde de şiirsel öğeler bulunduğu söylenir. İnsanlardan uzak yaşamayı yeğleyen Li Bo en güzel şiirlerini şarap ve özgür bir yaşam tutkusuyla yazdı.
Du Fu şiirlerinde savaşın, haksızlığın ve açlığın acılarını dile getirdi. Bu yüzden kendisi toplumsal duyarlılığı olan ilk şair olarak anılır. Yalın halk diliyle yazmayı deneyen ilk önemli Çin şairi ise Bo Juyi’dir. Çin şiirinin aşırı bir biçimselliğe kapıldığı dönemde ona yeni bir canlılık kazandıran şair ise Su Dongpo oldu.
Çinliler öykü türünde de yapıtlar verdiler. İS 8. yüzyıla kadar uzanan halk öykülerinin varlığına karşın, öykü ve roman ancak Ming hanedanı (1368-1644) zamanında olgunluğa erişti. Çin edebiyatının belki de ilk gerçek romanı bir eyaleti haraca kesen azılı bir haydutun öyküsüdür. Bu romanı 14. yüzyıl ortalarında pek çok romanın yazarı olan Lo Guanzhong'un yazdığı sanılıyorsa da, o dönemde Çin’de çoğu kitaplar adsız olarak yayımlandığı için yazarının kim olduğu kesin olarak bilinmemektedir.
16. yüzyılın başlarında Wu Chengen’in Maymun olarak da adlandırılan Batıya Yolculuk romanı yayımlandı. Bu yapıtta becerikli ve kurnaz bir maymunun başından geçen olağanüstü serüvenler anlatılıyordu. 17. yüzyılda Feng Menglong’un derlediği halk masalları büyük ilgi gördü ve geniş yankı uyandırdı. 1792’de ilk eksiksiz basımı yapılan, Cao Zhan’ m Kırmızı Odanın Düşü adlı romanı bugün de en büyük Çin romanı sayılır. Konuşma diline yakın bir dilde yazılmış olan ve büyük bir ailenin çöküşünü anlatan bu roman bir özyaşamöyküsü niteliğindeydi.
19. yüzyılda hem düzyazıda, hem de şiirde önemli bir gerileme görülür. Bu dönemde yazılanlar eski biçimlerin kötü kopyalarından öteye geçemedi. 19. yüzyılda batı edebiyatından ilk çeviriler yapılmaya başlandı.
20. yüzyılın başlarında konuşma dili ile yazı dili arasındaki ayrımı ortadan kaldırıcı girişimler oldu. 1921’de hükümet okullarda ulusal dil olarak konuşma dilinin kullanılmasına karar verdi. 1937’deki Japon işgali Çinli yazarların ulusal direniş konularına ağırlık vermelerine yol açtı. 1949’da Çin Komünist Partisi iktidara geldikten sonra da, yazarların görevinin halkın bilinç düzeyini yükseltmek olduğu öne sürülerek toplumsal içerikli yapıtlar yayımlandı. 1970’lerden sonra yeniden batı dillerinden çeviriler yapıldı ve eski yapıtlar yeniden yayımlandı.
Japon Edebiyatı
Japonya’ya yazının geç girmesinden dolayı, Japon yazarlar, başlangıçta Çince yazıyorlardı. Japon edebiyatının ilk önemli yapıtları İS 8. yüzyılda ortaya çıktı. Bunlardan Kociki (“Eski Konular Derlemesi”) ile Nihon şoki (“Japonya Vakayinameleri”) tarih ve mitoloji derlemeleriydi. Her iki yapıtın da çoğu Çince, bazı bölümleri Çince-Japonca karışımı bir dille yazılmıştır. İlk şiir antolojisi ise 4.500’den fazla şiirden oluşan Manyoşu'dur (“On Bin Yaprak Derlemesi”). 759’dan sonra derlendiği sanılan bu yapıt Eski Japon şairlerinin en önemlilerinin yapıtlarını içeriyordu. Bu derlemenin özelliklerinden biri de antolojide saray dışındaki pek çok şairin yapıtlarının yer almasıdır. Şiir Japon kültürünün en önemli öğelerinden biridir. Önemli olaylar genellikle hep şiirle dile getirilir. Ayrıca her yıl şiir yarışmaları düzenlenir.
8.-12. yüzyıllar Japon edebiyatının klasik dönemi olarak bilinir. 9. yüzyılda kana adı verilen karakterlerin kullanılmasıyla Çin yazı sistemi Japonca’ya daha uygun bir yazı haline getirildi. Öykü ve roman türünün büyük çağının başladığı 10. yüzyılda, ilk roman örneği olarak, 8 cm boyunda sevimli bir kızın başından geçenleri anlatan Bambu Budayıcısının Öyküsü'nü anmak gerekir.
Şairlerin kurallara çok bağlı oldukları bu dönemde dil ve üslupta kusursuzluk içerikten daha önemliydi. 10. yüzyılın önemli şairleri arasında Ono Komaçi, İse Hanım ve Arivara Narihira gibi saray kadınları da vardı. Başlıca konu aşktı; en çok da ayrılık acısı gibi kederli konulara yer veriliyordu. Gene aynı yüzyılda günlük ve öyküler yazıldı. Günlük yazarlarının çoğu soylu kadınlardı.
Bunlar arasında iki önemli kadın yazarın yapıtlarını özellikle belirtmek gerekir: Sei Şonagun’un (966-1013) günlük türünde yazdığı Başucu Notlan ile Murasaki Şikibu’nun (978- 1014) yazdığı ve Japon edebiyatının en önemli romanı sayılan Genci Öyküsü (1010).
1250’ye doğru, yazarı bilinmeyen Heike’nin Öyküsü yazıldı. Bu epik roman 12. yüzyılda Japonya’daki iç savaşı anlatıyordu. Daha sonraki birkaç yüzyıl süresince ülkedeki karışıklıklar yüzünden önemli edebiyat yapıtları ortaya çıkmadı.
Japon edebiyatındaki bir sonraki gelişme klasik no tiyatrosunun, bunraku denen kukla oyunlarının ve kabuki denen halk tiyatrosunun ortaya çıkmasıydı. Japonya’nın en büyük oyun yazarlarından biri Çikamatsu Monzaemon’du (1653-1725). Daha çok kukla tiyatrosu için oyun yazan bu sanatçının oyunları sık sık kabuki gösterileri için de uyarlanıyordu.
İmparatorlukta birliğin sağlandığı ve savaşların son bulduğu Tokugava döneminde (1603-1867) edebiyatta gelenekçi eğilimler güçlendi. Konfüçyüsçü düşünceler yüceltildi. 17. yüzyılın başlarında haiku denen 17 heceli, üç dizeli yeni bir şiir türü ortaya çıktı. Bu türün en büyük şairi, binlerce haiku yazmış olan ve birçoklarınca Japonya’nın en yetkin şairi sayılan Matsuo Başo’ydu (1644-94). Başo şiirlerinde basit imgeler aracılığıyla evrensel konuları işlemekte çok başarılıydı. Tokugava dönemi aynı zamanda “geyşa” adı verilen güzel Japon kızlarının hizmet ettiği “eğlence evleri”nin arttığı bir dönem oldu ve bu edebiyatta da yansımasını buldu. Bu evlerdeki yaşantıyı dile getiren yapıtlar ortaya çıktı. Bu yapıtlarda gelenekçilikten çok yeniliklere, ölümsüzlükten çok geçici olana önem veriliyordu. Tokugava döneminin ikinci yarısında şair ve romancı İhara Saikaku aşk ve para ile ilgili serüvenlerin yer aldığı romanlar yazdı. Bu romanlar okurlar arasında büyük ilgi gördü.
1858’den başlayarak Japonya gezginlerin ve batı kaynaklı düşüncelerin etkisine açıldı. Bu olay Japon şiirinde ve düzyazısında birçok değişikliğe yol açtı. 20. yüzyılın ilk yarısında Emile Zola’nın etkisiyle Doğalcı edebiyat ürünleri ortaya çıktı. Bunun dışında tarihsel, toplumsal, mizahi yapıtlar yayımlandı. II. Dünya Savaşı ise daha başka yenilikler getirdi. Yeni yazarlar hem batı, hem de geleneksel Japon biçimlerini kullandılar.
Eski Japon edebiyatını çağdaş bir tarzda yansıtan Kavabata Yasunari (1899-1972), 1968’de aldığı Nobel Edebiyat Ödülü’yle Japon edebiyatının evrenselliğini kanıtladı. Karlar Ülkesi (1948), Kiyoto (1962) gibi yapıtlarında ölüm, doğa ve insanı işledi. Yalnız kendi ülkesinde değil, batıda da en çok okunan Japon yazar ise Mişima Yukio’dur (1925- 70). Bir Maskenin İtirafları (1949) en önemli romanlarından sayılır. Akutagava Ryunosuke (1892-1927), İbuse Masuci (doğumu 1898), Tanizaki Cuniçiro (1886-1965) da Japonya’nın önde gelen roman yazarlarıdır. Abe Kobo (doğumu 1924) bireyin yanlızlığını vurgulayan oyunlar ve romanlar yazdı. 1962’de yayımlanan Kum Tepeciğindeki Kadın adlı romanının filme uyarlanmasıyla uluslararası ün kazandı.
Kore Edebiyatı
İÖ 57 öncesinde, kabile döneminde Kore’de sanat toplumsal bir etkinlikti. İnsanlar doğayla iç içe oldukları için toplu olarak şiir ve şarkı söyler, dans ederlerdi. Bundan sonra gelen üç krallık döneminden birincisi sırasında (İÖ 57- İS 935) Kore kültürü Çin’in etkisi altına girdi. Yapıtların çoğu, özellikle şiir Çince olarak yazılıyordu. Çin kültürüyle birlikte gelecekteki yaşamı konu alan Budacı düşünce de Kore’ye egemen oldu. Gene bu dönemde daha önce kuşaktan kuşağa anlatılmış olan efsaneler, kahramanlık öyküleri, hayvan masalları yazıya döküldü. 935-1392 döneminde ise yerel tanrılar ve Buda için düzenlenen şenliklerde okunan yeni bir şiir türü ortaya çıktı. Kore Savaşı’ndan (1950-53) sonra ülkenin bölünmesi edebiyatın gelişmesini büyük ölçüde etkiledi.