İslamcılık
19. yüzyılın ortasında ortaya çıkan ve İslam dünyasını batı egemenliğinden ve geri kalmışlıktan kurtarmayı amaçlayan bir düşünce akımıdır.
İslamcılık Akımı, İslam dünyasında daha önce de var olmuş yenileme-yenilenme (tecdit-teceddüt) düşüncesine dayanan hareketlerden modernleşmeyi öngören yönüyle ayrılır. Daha önceki hareketler İslam dünyasındaki bozulmaları İslam’ın özüne dönerek düzeltmeyi amaçlarken İslamcılık Akımı’nda batıya yetişme, batı dünyası gibi olma özlemi ağır basar. Ama bu amaca dinin temel ilkelerinden ödün vermeden ve İslam dünyasını tek bir siyasal otorite altında birleştirerek ulaşmayı amaçlar.
İslamcılar özellikle batının bilim ve teknoloji alanındaki yeniliklerini İslam dünyasının da mutlaka benimsemesi gerektiğini, İslam’ın bunu engellemediğini savunmuşlardır. İslam ülkelerinin tek kişinin otoritesine dayanan yönetim düzenlerinin değişmesini, eğitim sistemlerinin yenileşmesini ve yeni bir yaşam biçimi benimsenmesinin gerekli olduğunu ileri sürmüşlerdir. Dinin bu değişmelere uyumu sorununun da içtihatla (din bilginlerinin yeni bir durum karşısında bu durumun dine uygun olup olmadığı konusundaki yorumu) aşılabileceğini ortaya atmışlardır.
İslamcılık Akımı’nm kurucusu Cemaleddin Afgani’dir (1839-97). Afgani’nin Mısır’da başlattığı bu akım orada Muhammed Abduh (1845-1905) ve Reşid Rıza (1863-1935) tarafından sürdürülmüştür. İslamcılık Akımı’nın Hindistan’daki başlıca temsilcileri Seyyid Ahmed Han (1817-98) ve Seyyid Emir Ali (1849-1928) olmuştur. Osmanlı aydınlarının da ilgisini çeken bu akım özellikle II. Meşrutiyet döneminde (1908-18) bir hayli yandaş toplamıştır. Bu dönemde Şehbenderzade Ahmed Hilmi (1865-1914), Said Halim Paşa (1863-1921) ve Mehmet Akif Ersoy (1873- 1936) bu akımın öncülüğünü yapmışlardır. Ama I. Dünya Savaşı sonunda İslam dünyasının iyice parçalanması milliyetçilik akımlarınin güçlenmesine yol açmıştır. 1960’larda İslam dünyasında yeniden tartışma alanına çıkan İslamcılık, günümüzde daha değişik yönelimler kazanarak varlığını sürdürmektedir.