İzmir
İzmir ili, Ege Bölgesi’nin batı kesiminin ortalarında yer alır. İl toprakları batı kültürüne kaynaklık eden uygarlıkların kurulduğu yörelerden biridir. Bu topraklarda söylencelerden destanlara, heykelden resme, mimarlığa, dinsel inanışlardan felsefeye uzanan çok yanlı bir kültür birikimi oluşmuştur. İzmir nüfus açısından İstanbul ve Ankara’dan sonra Türkiye’nin üçüncü büyük ilidir. Nüfus yoğunluğu açısından da İstanbul ve Kocaeli illerinin ardından üçüncü sırada yer alır. “Ege’nin incisi” olarak adlandırılan İzmir kenti Ege Bölgesi’nin en önemli ticaret, sanayi, ulaşım, kültür, eğitim, turizm ve hizmet merkezidir ve aynı zamanda Türkiye’nin önde gelen dış ticaret limanıdır.
Doğal Yapı
Ege Denizi’ne kıyısı olan il toprakları, kuzeyde Madra Dağı’ndan güneyde Aydın Dağları’na kadar uzanır. İlin kuzeyde Balıkesir iliyle komşu olan kesiminde yer alan Madra Dağı’nın bir bölümü Marmara Bölgesi sınırları içinde kalır.
İl topraklarını, doğu-batı doğrultulu akarsu vadileriyle; denize dik sıralar oluşturarak bu vadileri birbirinden ayıran dağlar ve dağ dizileri engebelendirir. Güneyde Aydın Dağları, Aydın iliyle doğal sınır oluşturur. İzmir ilinin en yüksek noktası Bozdağlar dizisi içinde 2.159 metreye ulaşan Bozdağ’dır. Başlıca yükseltiler ise Madra Dağı (1.344 metre), Dumanlıdağ (1.098 m etre), Yamanlar Dağı (1.076 m etre), Nif Dağı da denen Kemalpaşa Dağı (1.506 m etre) ile Karaburun Yarımadasındaki Akdağ’dır (1.218 metre).
Bu dağların ya da dağ dizilerinin birbirinden ayırdığı akarsuların geniş tabanlı vadilerinde yer alan verimli ovalar İzmir ilinin başlıca tarım alanlarıdır. Bu düzlüklerin en önemlileri Kınık, Bakırçay, Menemen, Kemalpaşa (Nif) ve Küçük Menderes ovalarıdır.
İzmir ili topraklarının sularını toplayan başlıca akarsular Bakırçay, Gediz ve Küçük Menderes ırmaklarıdır. Bu akarsular Ege Denizi’ne dökülür. Başlangıç kolları Madra Dağı’nın kuzey kesiminden kaynaklanan Kocaçay ise önce Manyas Gölü’ne, daha sonra da M armara Denizi’ne ulaşır.
Karmaşık bir doğal yapısı olan İzmir ilinin kıyıları da oldukça girintili çıkıntılıdır. Bu durum, eski jeolojik çağlarda yerkabuğunda oluşan kırılma, çökme ve kıvrılmalarla ilgilidir. Günümüzde akarsu vadileri olarak görülen kesimler, kırılmalar sonucunda çökmüş birer çöküntü alanıdır. Bu nedenle yörede sık sık depremler olur. Bu çöküntü alanlarının aşağı kesimlerinin deniz suları altında kalması sonucu birçok körfez ve yarımada ortaya çıkmıştır. İl kıyılarındaki başlıca çıkıntı, Ege Denizi’ne doğru bir çekici andırır biçimde uzanan Urla Yarımadası’dır. Bu çıkıntının kuzey kesimine Karaburun Yarımadası, batıya doğru uzanan bölümüne de Çeşme Yarımadası denir.
İzmir ili kıyılarındaki başlıca girintiler Dikili, Çandarlı, İzmir ve Kuşadası körfezleridir. Bu girintilerden kara içine en çok sokulanı İzmir Körfezi’dir. Bu önemli girinti dik bir açıyla birleşen dış ve iç körfezlerden oluşur. Körfezin korunaklı iç kesimi yüzünden İzmir tarih boyunca önemli bir liman kenti olarak kalmıştır. 19. yüzyıla kadar iç körfeze dökülen Gediz Irmağı’nca taşman alüvyonların İzmir limanını doldurmakta olduğu görülünce, 1886’da bu ırmağın akış yönü dış körfeze çevrildi. Eskiden dibi kumla kaplı ve suyu temiz olan iç körfezde denize girilebilir, balık tutulabilirdi. 1960’lardan sonra sanayi ve kent atıklarıyla hızla kirlenen bu kesimde uzun süredir ne denize girilebilmekte ve ne de balık yaşayabilmektedir.
İzmir ilinde önemli bir göle rastlanmaz. Kıyıdaki akarsu deltalarında denizkulağı da denen bazı küçük lagünler vardır. İl kıyıları açığındaki başlıca kara parçaları Uzunada ile Hekim Adası’dır.
Akdeniz ikliminin etkisinde kalan İzmir ilinde yazlar çok sıcak ve kurak, kışlar ise ılık ve yağışlı geçer. Alçak yerlere kar yağışı ise yok denecek kadar azdır. 40 yılı aşkın bir süredir kış mevsiminde İzmir kentine, yerde kalacak kadar kar yağmamıştır.
İlin alçak kesimlerinde doğal bitki örtüsü makilerden oluşur. Dağlık bölgelerin kuytu kesimlerinde meşe ve kestane topluluklarına, yüksek kesimlerinde ise kızıl çam ve kara çam topluluklarına rastlanır. Kozak Dağı’ndaki fıstık çamı korulukları, yöre halkı için önemli bir geçim kaynağı olan çamfıstığı üretim alanıdır.
Tarih
Yontma Taş Devri’ne ilişkin bazı buluntulara da rastlanan yörede yapılan çeşitli kazı ve araştırma sonuçları il topraklarındaki ilk yerleşim yerinin İÖ 3000’lerde kurulduğunu göstermektedir. Lelegler ile Karyalılar’ın yaşadığı bu yöre, Hitit kaynaklarında Assuva adıyla geçen bölgenin sınırları içindeydi. Eski Yunan kaynaklarındaki adı ise Asia’dır. İÖ 1200’lerden sonra Dor istilasına uğrayan Yunanistan’dan göç eden İyonlar’ın yoğun olarak yerleştiği bu bölge, İyonya adı verilen toprakların içindeydi. İyonlar İzmir’in bugünkü il sınırları içinde Phokaia (Foça), Erythrai (Çeşme), Klazomenai (Urla), Smyrna (İzmir, Bayraklı), Teos ve Ephesos (Efes) kentlerini kurdular. İlin kuzeydeki topraklarına gene Yunan Yarım adasından göçen Aioller yerleşmişti.
İÖ 7. yüzyılda Lidya, İÖ 6. yüzyılda da Pers egemenliğine giren yöre, İÖ 334’te Büyük İskender tarafından Makedonya Krallığı’nın topraklarına katıldı. Daha sonra Selevkos ve Bergama (Pergamon) krallıklarına bağlanan İzmir ve çevresi İÖ 133’te Roma İmparatorluğu’nun egemenliği altına girdi. Roma İmparatorluğu’nun İS 395’te ikiye bölünmesi üzerine yöre Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans) sınırları içinde kaldı. Bizans yönetimi 11. yüzyılın ikinci yarısına kadar sürdü. 1076’da İzmir ve çevresi Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından yeni kurulmuş olan Anadolu Selçuklu Devleti’nin topraklarına katıldı. Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın ölümünden sonra güçlü bir donanma kurarak Ege Denizi’ni denetimi altına alan Çaka Bey’in yönetimine giren İzm ir/ 11. yüzyıl sonlarında gene Bizanslılar’ın eline geçti. 1317’de yöreyi egemenliğine alan'Aydınoğulları 1329’da da İzmir’i alarak başkentlerini buraya taşıdılar
1390’da Kadifekale’ye girip yöreyi Osmanlı Devleti’ne bağlayan Yıldırım Bayezid limandaki kaleyi alamadı. 1402’de yapılan Ankara Savaşı’ndan sonra İzmir’i ve tüm yöreyi egemenliği altına alan Timur bu toprakları yeniden Aydınoğulları’nın yönetimine verdi. 1426’da Osmanlı topraklarına katılan İzmir yöresi 19. yüzyıl sonlarında Aydın vilayetinin sınırları içindeydi.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan Mondros Mütarekesi’nden güç alan İtilaf Devletleri, 1919’un ilk günlerinde büyük bir donanmayla İzmir Körfezi’ne girdi. Paris Barış Konferansının 12 Mayıs 1919’da verdiği bir kararla İzmir yöresi Yunanistan’ın denetimine verildi. 15 Mayıs 1919’da Yunan askerlerinin işgaline uğrayan İzmir ve yöresi, Kurtuluş Savaşı’nın askeri açıdan sona erdiği 9 Eylül 1922’de işgalden kurtuldu.
Ekonomi
Nüfusunun yüzde 22’si kırsal kesimde yaşayan İzmir ilinde başlıca ekonomik etkinlikler sanayi, ticaret, tarım ve turizmdir. Verimli topraklara, elverişli iklim koşullarına ve sulama olanaklarına sahip olan İzmir ilinde kentsel nüfusun çokluğuna karşın halkın önemli bir kesimi geçimini tarımsal etkinliklerde bulunarak sağlar. İlin iç kesimlerine kadar sokulan oluk biçimli ve oldukça geniş akarsu vadilerinde yoğun olarak tarım yapılır. En çok yetiştirilen bitkisel ürünler karpuz, üzüm, patates, buğday, zeytin, domates, çiğit, kavun, pamuk, incir, mısır ve arpadır. İzmir kentinin gereksinmesinin karşılanması, turizm ve dış satış olanaklarının gelişmesine bağlı olarak turfanda sebzecilik ile şeftali ve satsuma tipi mandalina başta olmak üzere meyvecilik ve çiçekçilik giderek yaygınlaşmaktadır. Gediz ve Küçük Menderes vadilerindeki bağlarda Sultaniye ve Güneş Damlası adlarıyla anılan kurutulmaya elverişli çekirdeksiz üzüm üretilir. Tütün üretimi ise eski önemini yitirmiştir. Hayvancılığın büyük boyutlara ulaşmadığı İzmir ilinde koyun yetiştirilir; tavukçuluk, arıcılık ve balıkçılık yapılır. İzmir’in çipura balığı ünlüdür.
Ege Bölgesi’nin en önemli ticaret ve sanayi merkezi olan İzmir kenti, Türkiye’de demiryolu ulaşımı olanağına kavuşan ilk yerlerden biriydi. Daha 19. yüzyılda demiryolu ulaşımı sağlanarak liman, dış pazara açıldı. İç kesimlerden elde edilen tarımsal ürünler ile madenler kolaylıkla İzmir limanına taşınmaya başlandı. İzmir’deki ilk sanayi kuruluşları ilin tarımsal ürünlerinin ambalajlanmasında ya da işlenmesinde hizmet veriyordu. Bu kuruluşların yönetimi ile dış ticaret büyük ölçüde yabancıların elindeydi.
Günümüzde il sanayisi çeşitlenmiş ve Türkiye çapında önem kazanmıştır. İldeki başlıca sanayi kuruluşları kimya, besin, yünlü ve pamuklu dokuma, konfeksiyon, makine, elektronik, otomotiv, gemi yapımı ve çimentodur. Bugün ilin en büyük sanayi kuruluşları Aliağa Rafinerisi ve Aliağa Petrokimya Müessesesi’dir. İzmir ilinin ayrıca oldukça canlı bir küçük sanayisi vardır. Her yıl 26 Ağustos’ta açılıp 20 Eylül’de kapanan Uluslararası İzmir Fuarı son yıllarda İzmir kenti ve ili dışında çevre illerde de yaşamın hareketlenmesini sağlamıştır.
Zengin doğal ve arkeolojik değerlere sahip olan İzmir ili turizm açısından da önem taşır. Gümüldür, Çeşme, Foça ve Dikili kıyılarında birçok turistik tesis vardır. Bergama’daki tarihsel yapı kalıntılarını ziyaret etmek amacıyla Ege A dalan’ndan gelen yabancı turistler Dikili iskelesinden giriş yapar. Çeşme iskelesiyle Sakız (Khios) arasında feribot seferleri yapılır. Efes ve Meryem Ana Evi’ni ziyaret etmek için gelen turistleri taşıyan gemiler İzmir limanı ile il sınırları dışındaki Kuşadası iskelesine yanaşır.
Maden cevheri ve sıcak madensuları bakımından oldukça zengin olan il topraklarında altın, gümüş, cıva, kurşun, çinko, demir, antimon, mermer ve zımpara taşı yatakları vardır. Türkiye’nin başlıca tuz üretim tesisi olan Çamaltı Tuzlası, Gediz Irmağı deltasındadır.
Toplum ve Kültür
İlkçağda bu yöredeki başlıca kentler, kıyıda kurulan ticaret kolonileri ile iç kesimde yer alan ve önemli ulaşım merkezi olabilecek yerlerde oluştu. Büyük ticaret gelirleriyle kısa sürede zenginleşen bu kentler giderek önemli birer kültür merkezi durumuna da geldi.
Bugün İzmir ilinin çeşitli yörelerinde günümüzden 2.000, 2.500, hatta 4.000 yıl öncesine ilişkin tarihsel yapı kalıntılarına rastlanabilir. Dünyanın Yedi Harikası’ndan dördüncüsü sayılan Efes’teki Artemis Tapınağı’nın bazı sütunları Ayasofya’nın yapımında kullanılmıştır.
Zengin bir kültürel tarihe sahip olan İzmir, pek çok söylencenin de doğduğu yerdir. Bunlardan biri Yamanlar Dağı’nda oturan ve mitolojideki tanrıların sofrasına kabul edilen İzmir Kralı Tantalos’undur. Bir gün tanrıları ziyafete çağıran Tantalos, onlara kestirip pişirttiği öz oğlu Pelops’un etini sunmuş. Durumu anlayan Zeus, Pelops’u hemen yaşama döndürmüş ve Tantalos’u ağır biçimde cezalandırmaya karar vermiş. Tantalos’a verilen ceza, eskiden beri “Tantalos İşkencesi” adıyla anılır. Söylenceye göre Tantalos meyvelerle dolu ağaçların ve suları dizlerine kadar gelen küçük bir gölün bulunduğu bir yere atılmış. Su ve yiyecek bakımından bu kadar uygun bir ortamda bulunan Tantalos, susayıp içmek için göle eğildiğinde sular çekilir, meyvelerden yemek için elini uzattığında dallar uzaklaşırmış. Bugün İzmir kentinin gecekondulaşma alanı içindeki Yamanlar Dağı yamaçlarında bulunan ve büyük olasılıkla İÖ 7. yüzyıldan kalma bir mezarın Tantalos’un mezarı olduğu sanılmaktadır.
İzmir kenti bir ticaret kolonisi olma özelliğini çok uzun süre taşımıştır. Kent halkının önemli bir bölümü yerli Rumlar, Türkmenler ve yabancı tüccarlardan oluşuyordu. Persler’den kaçan Ermeniler ile engizisyondan kaçan Yahudiler’in bir bölümü kente yerleşti. Daha sonra Kafkasya, Kırım, Rumeli ve Ege Adaları’ndan göç eden Türkler ile Yunanistan ve Ege Adaları’ndan gelen Rum lar’ın yerleşmesiyle kentin nüfusu arttı. 19. yüzyılda içine kapalı bir yaşam süren Türkler genellikle tarım ve küçük üretimle; Rumlar bakkallık, eğlence yeri işletmeciliği, gemicilik ve değişik işkollarında işçilikle; Frenk ya da Levanten denen batılılar genellikle sanayi, ticaret, komisyonculuk ve demiryolu işletmeciliğiyle; Ermeniler ticaret ve bankacılıkla; Yahudiler de sarraflık ve komisyonculukla uğraşıyordu.
Osmanlı Devleti sınırları içinde düzenli olarak ilk gazete İzmir’de yayımlanmıştır. Yabancılar tarafından 1824’te çıkartılan bu gazetenin adı “İzmirli” anlamına gelen Smyrneen’ di. Daha sonra çeşitli dillerde ve Türkçe gazetelerin de yayımlandığı İzmir’de gene ülkede ilk kez görülen spor etkinlikleri düzenlendi. İzmir’de futbol ve yelken yarışmalarının yanı sıra at yarışları da yapılırdı.
İzmir yöresine özgü başlıca geleneksel el sanatları dokumacılık, urgancılık, keçecilik, iğne oyacılığı ve boncukçuluktur. Yörenin halı, kilim ve cicimlerindeki motiflerle canlı renkler, Türkmen yaşamının çizgilerini yansıtır. İzmir yöresindeki Türkmen aşiretleri 20. yüzyılın başına kadar yaygın biçimde dokumacılıkla uğraşmışlardır. Bergama ve köylerinde hemen her evde bir dokuma tezgâhı bulunurdu. Kilim, halı, cicim, sili, heybe ve çuval başlıca dokuma ürünleridir. Kilimler yöreden yöreye, aşiretten aşirete farklı adlar alır. Örneğin Yağcı-Bedir Aşireti’nde sili tekniği ile “narınç kilim” dokunur. Sili tekniğinde kilim ters ve düz yüzleriyle ayrı ayrı görünümdedir. Aynı teknikle dokunan cicim ve silide motifler farklıdır. Silide motifler bütün zemini kaplar ve aralıksız bir biçimde tüm yüzeye yayılır. Cicimde ise motifler sık olmayan bir dizi içinde sıralanır.
İl Merkezi: İzmir
İzmir kentinin tarihsel çekirdeği iki kesimden oluşur. Bunlardan ilki, daha eski olan Bayraklı Höyüğü’dür. İlk kez İÖ 3000’lerde yerleşildiği sanılan Bayraklımda İÖ 2000’lerde Lelegler yaşıyordu. Hititler’den etkilendiğine ilişkin bilgiler bulunan kent, o dönemde taş temeller üstünde yükselen kerpiçten bir surla çevriliydi. İÖ 12. yüzyılda Efes’ten gelen İyonlar Bayraklı’nın güneyinde bugünkü Halkapınar yöresine yerleşerek Navlokhon adıyla anılan bir kent kurdular.
Kurulduğu dönemde Bayraklı, Anadolu’ daki bazı yerleşim yerleri gibi Smurne adıyla anılıyordu. Daha sonra İyonlar ile Aioller’in yaşamaya başladığı kent, Eski Yunanca’da yazıldığı gibi Smyrna olarak adlandırıldı. İyon yazımında Smirni ya da Zmirni adı zamanla İzmir’e dönüştü.
Önemli bir ticaret kolonisi haline gelen İzmir, İÖ 4. yüzyıla gelindiğinde artan nüfusu nedeniyle surların dışına taştı. Bu sırada Büyük İskender tarafından Makedonya Krallığı topraklarına katılan kent, genişletilerek yeniden yapıldı. Bu kentten günümüze ulaşan başlıca tarihsel yapı kalıntıları Athena Tapınağı ile bazı konutlar, parke yol ve Tantalos’ un mezarıdır.
Kentin sur dışına taştığı İÖ 300’lerde ise körfezin güney kesiminde yer alan Pagos Dağı eteklerinde yeni bir kent kuruldu. Yüksek kesiminde Kadifekale’nin bulunduğu Yeni İzmir, kentin ikinci tarihsel çekirdeğini oluşturur. İÖ 370’teki şiddetli bir depremde önemli ölçüde yıkıma uğrayan kentin yeni bölümü Romalılar tarafından imar edildi. Kentin bu bölümünden günümüze ulaşan başlıca tarihsel yapı kalıntıları ise tiyatro, stadion, Kızılçullu sukemerleri, gymnasion, agora, bazilika ve stoalardır.
Kent, iki parçalı yapısını yüzyıllarca korudu. Pagos’taki yeni kent küçük bir yerleşmeyken, Bizans döneminde bir tersane yapılan Eski İzmir, gelişen ve canlı bir ticaret merkeziydi. 11. yüzyıl sonlarında Paleia Smyrna adıyla anılan eski liman kenti Cenevizliler’in, Kadifekale ise Bizanslılar’ın yönetimindeydi. Paleia Smyrna, 13. yüzyılda uluslararası bir liman kenti durumuna geldi. Yıldırım Bayezid 1390’da Kadifekale’yi aldı, ama eski kenti ele geçiremedi. Aydınoğulları döneminde Türkmenler Kadifekale’ye yerleşmeye başladı. Türkler, Timur döneminden sonra Kadifekale’nin eteklerine de yerleşmeye başladılar. Tarihi boyunca çeşitli deprem ve yangınlarda birçok kez yıkılan kent yeniden yapıldı. OsmanlI döneminde kentin asıl gelişimi 19. yüzyıla rastlar.
19. yüzyılda ülkenin savaşlarda yitirilen çeşitli bölgelerinden gelen göçlerle nüfusu artan kentin Kadifekale ve etekleri ile Basmane yörelerinde Türkler’in, kıyı kesimiyle yakın çevresinde de Avrupalılar’ın, Rumlar’ın ve öteki etnik toplulukların oturduğu mahalleler yer alıyordu. Nüfus artışının yanı sıra rıhtımın yapılıp limanın geliştirilmesi, Alsancak-Aydın, Basmane-Kasaba (Turgutlu) demiryollarının açılması, kent içinde tramvay seferlerinin başlaması kentin aşağı ve yukarı kesimlerinin de birleşmesine yol açtı. İzmir’in ünlü Kordon’u da bu dönemde yapıldı. Elektrik ve havagazı olanaklarına da kavuşan kentin karşı kıyısında kurulan yerleşme alanı ise önce Kordelia diye anıldı; sonra da Karşıyaka adını aldı. Körfezin çevresine yayılmaya başlayan İzmir’ in kıyı semtleri vapur seferleriyle birbirine bağlandı. Bazı sanayi tesislerinin de kurulmaya başlandığı İzmir’de kentsel hizmetlerin hemen hemen tümü yabancıların yönetimindeydi. İzmir Belediyesi’nin kuruluşu da 1871’e rastlar. 18. yüzyıl başlarında ancak 30 bin kadar olan kent nüfusu 20. yüzyıl başlarında 200 bini aşıyordu.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra yaklaşık 3,5 yıl süren Yunan işgalinden kurtulmasının hemen ardından çıkan büyük bir yangın başta Alsancak olmak üzere Kordon ile çevresindeki semtleri yıkıma uğrattı. Daha sonra bu alanın bir bölümüne Uluslararası İzmir Fuarı kuruldu. Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından sonra İzmir’den Yunanistan’a giden Rumlar’ın yerine Ege Adaları ve Yunanistan’dan gelen Türkler yerleştirildi. Kentteki öteki önemli nüfus hareketi ise 1950’lerden sonra yaşandı. Bu sırada Türkiye çapında başlayan kırsal kesimden kentlere göçlerin bir bölümü de İzmir’e yöneldi.
Ankara ve İstanbul’da olduğu gibi İzmir’de de Merkez ilçe yoktur. Yoğun bir iş merkezi haline gelen ve eskiden Merkez ilçe olarak yönetilen alanda 1987’de yapılan bir düzenlemeyle Buca, Konak ve Menderes ilçeleri kurulmuştur. Kuzeyde Bostanlı’dan Bornova’ nın güneydoğusuna, güneyde Buca’nın doğusundan Güzelbahçe’nin batısına kadar uzanan İzmir, Ege Bölgesi’nin en büyük, Türkiye’nin ise üçüncü büyük kentidir. E-23 ve E-24 karayollarının kesişme noktasında yer alan İzmir kenti, Menderes’teki uluslararası havalimanı ve önemli limanıyla Türkiye’nin başlıca ulaşım merkezlerindendir.
Günümüzde İzmir’deki başlıca eğitim ve kültür kurum lan Ege ve Dokuz Eylül üniversiteleri ile İzmir Devlet Tiyatrosu, Devlet Opera ve Balesi’dir. Son yıllarda İzmir’de düzenlenen uluslararası düzeydeki festival etkinliklerinin bazı gösterileri Efes Antik Tiyatrosu’nda yapılır.