Okuryazarlık
Okuryazarlık, okumayı ve yazmayı bilmek anlamına gelir. Okuryazarlığın farklı
düzeyleri vardır. Bazı topluluklarda bir kimsenin adını yazabilmesi onun okuryazar sayılması için yeterlidir. Ama bu kavram genel olarak, okuduğunu iyi kavrayabilen ve başkalarının kolayca anlayabileceği gibi yazabilen anlamında kullanılır. Okuma yazması olmayanlar üç gruba ayrılır: Hiç okula gitmemiş olan yetişkinler, bir süre okula gitmiş olup sonradan okuma yazmayı unutanlar ve henüz ilk eğitimini tamamlamamış çocuklar.
Okuryazar oranı yüksek olan ülkeler aynı zamanda dünyanın en zengin ülkeleridir. Bunlar Japonya, Rusya, ABD, Kanada, Avustralya, İzlanda ve Yeni Zelanda ile Avrupa ülkeleridir. 1980’lerde Avrupa’da okuma yazma bilmeyen yetişkinlerin oranı yüzde 3,6 idi. Bu oran ABD ve Kanada’da yüzde 1,5’tir. Oysa, azgelişmiş ülkelerde okuryazar olmayan yetişkinlerin oranı çok yüksektir. Örneğin, Mali’de halkın yaklaşık yüzde 90’ı okuma yazma bilmez. Nijerya, Bangladeş, Haiti, Etiyopya ve Pakistan gibi ülkelerde de okuma yazma bilmeyenlerin oranı çok yüksektir. Bu ülkelerin birçoğunda sağlıklı nüfus sayımları yapılmadığı için okuryazarlıkla ilgili kesin sayılar elde etmek güçtür. Okuryazarlığın ne olduğu konusunda da kesin bir tanım yoktur. Sayımlarda çoğunlukla, imzasını atabilene ya da kısa bir cümle yazıp okuyabilene okuryazar denir. Türkiye’de 1987 verilerine göre 15 yaş ve üzerindeki nüfusta okuryazarlık yüzde 65,6’dır. Bu oran erkeklerde yüzde 81,3, kadınlardaysa yüzde 49,8’dir.
20. yüzyılda “işlevsel okuryazarlık” kavramı gelişti. I. Dünya Savaşı sırasında Amerikan ordusundaki erlerin, okuma yazma bildikleri halde, askerlik görevini yerine getirecek düzeyde okuryazar olmadıkları anlaşıldı. Bu yüzden verimli olamıyorlardı. Erlerin okuryazarlık düzeylerini yükseltmek amacıyla bir dizi eğitim programı hazırlandı. Bu türden programlar insanların iş alanlarında verimliliğini artırmak için düzenlenir. Böylelikle okuryazarlık işlevsel kılınır. Ama değişik kültürleri olan topluluklar için farklı programlar hazırlamak gerekir. Örneğin, İstanbul’da taksi şoförlüğü yapan biri ile Rize’deki balıkçının aynı programdan yararlanması söz konusu değildir.
Okuryazar Sayısını Artırma Girişimleri
19. yüzyılda Hıristiyan misyonerler dünyadaki okuryazar sayısını artırmak için çaba gösterdi. İncil pek çok dile çevrilerek basıldı; yazısı olmayan topluluklara okutmanın yolları arandı. Misyonerler ayrıca dünyanın birçok yerinde okullar açtı. Asıl amaçları ise inançlarını yaymaktı.
20. yüzyılda devletler ve uluslararası örgütler cehaleti yok etmenin ve daha çok sayıda insanı okuryazar yapmanın yollarını arıyorlar. Yoksul ülkelerin birçoğunda başarıyla sonuçlanan okuma yazma kampanyaları yürütülüyor. Çağımızın belki de en kapsamlı okuma yazma seferberliği SSCB’de gerçekleştirildi. Bu ülkede konuşulan başlıca 80 dil ve yaklaşık 140 kadar çeşitli azınlık grubunun dili üzerinde çalışan uzmanlar, okuma yazma için özel bir 5 yıllık kampanya ile cehaleti kökünden kazımayı amaçladılar. 1926’da SSCB'nin Avrupa topraklannda yaşayan nüfusunun yüzde 42’si hâlâ okuma yazma bilmiyordu. 1935'e gelindiğinde ise tüm ülkede okuma yazma oranı yüzde 92’ye yükselmişti. Yakın zamanda Küba'da, Meksika'da, Arjantin'de ve Çin’de gerçekleştirilen kampanyalar da başarılı olmuştur.
Çin alfabesi 5.000 karakterden, daha doğrusu resim-sözcükten oluştuğu için onların işi daha zordu. I. Dünya Savaşı sırasında pek çok Çinli işçi çalıştırılmak üzere Fransa’ya götürüldü. Okuma yazma bilmedikleri için aileleriyle yazışamayan bu insanların mutsuzluğunu gören James Yen adında bir Çinli, yurttaşı olan göçmenlere, sadeleştirerek 1.000 karaktere indirdiği bir alfabe ile okuma yazma öğretmeye başladı. Savaştan sonra bu yöntemle binlerce köylüye okuma yazma öğretildi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra pek çok ülkede, özellikle de bağımsızlığını kazanan eski sömürgelerde okuma yazma kampanyaları yürütüldü. Gelişmenin ve ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesi için bilinçsizliğin yıkılması gerekliydi. Ama, gelişmekte olan ülkelerdeki hızlı nüfus artışı yüzünden, okul çağına gelmiş çocuklara okul ve öğretmen sağlamak her zaman kolay olmamaktadır. Bu işin planlı ve programlı bir biçimde yürütülmesi gerekir. 1980’lerin başlarında dünya nüfusunun üçte ikisi okuryazar olarak görülüyordu. Ama işlevsel okuryazarların oranının yüzde 50 dolayında kaldığı söylenebilir.