Siyasal ve Yerel Yönetim
Bir ülkede, eyalette, kentte ya da köyde birlikte yaşayan insanlar bütün ülke ya da topluluğun yararı için konulmuş bazı kural ve düzenlemeler içinde yaşamak zorundadır. Böyle bir topluluğu bu kural ve düzenlemelere göre yönlendirme işi yönetimdir.
Yönetim kavramı iki farklı düzeyde açıklanabilir. Bir ülkede siyasal iktidar ile kurumların yapılanışım ve birbirleriyle ilişkilerini belirleyen tüm sisteme siyasal yönetim denir. Başbakan ya da başkan, parlamento, hükümet, mahkemeler, kamu hizmetleri, silahlı kuvvetler, polis gibi tüm bir yönetim sistemi, siyasal yönetim kapsamındadır.
Bir topluluk içinde yaşarken, bireylerin ortak gereksinimlerini karşılayacak kamu hizmetlerinin de sağlanması gerekir. Bu hizmetleri sağlamak kamu yönetiminin görevidir. Kamu hizmetleri siyasal yönetimin bir parçası olarak merkezden yönlendirilebileceği gibi, bir bölgede yaşayan halkın bazı gereksinimlerini o bölge içerisinde yerel olarak karşılamak da olanaklıdır. Yerel yönetimler, merkezi yönetimin dışında, belirli bir bölgede kamu hizmetlerini yerine getirir.
Yönetim sözcüğü ayrıca, “yönetim bugün yeni ekonomik önlemleri açıkladı” haberinde olduğu gibi hükümet anlamında ya da “Başbakan A .’nın yönetimi” biçiminde, ülkenin o dönemdeki siyasal önderine gönderi yapılarak da kullanılabilir. (Yönetimin özel anlamlarına ilişkin ek bilgileri BAKANLAR KURULU, SİYASAL PARTİLER, SİYASET sayfalarında bulabilirsiniz.)
Yönetim biçimleri ülkeden ülkeye değişir. Değişik ülkelerin siyasal yönetimlerini tanımlamak için demokrasi, komünizm, diktatörlük, faşizm, cumhuriyet, krallık ya da monarşi gibi çeşitli kavramlar kullanılmaktadır. (Bu terimlere ilişkin ayrı maddelerde bu siyasal sistemlerin ülke yönetimlerini nasıl etkilediği anlatılmıştır.) Her ülkenin yönetimi, o ülkenin tarihsel gelişiminin ve siyasal ideallerinin bir yansımasıdır. Aynı siyasal sisteme sahip iki ülkenin yönetimleri, gelişimlerini farklı tarihsel ve toplumsal koşullarda sürdürdükleri için birbirinden farklı olabilir.
Yönetimin Gelişimi
İlkel kabilelerde, en güçlü savaşçının zora başvurarak yönetimi ele geçirdiği ilkel yönetim biçimleri uygulanırdı. Başka kabileleri yenen ve yeni topraklar kazanan başarılı savaşçılar, iktidarı ordularının gücü ve yandaşlarının desteğiyle ele geçirerek ilk krallar oldular. Bu krallıkları yönetmek için yasalar konuldu. Yönetimin temel görevi ordu kurmak ve vergi toplamaktı. Eski Mısır, Babil ve Asur’da din, kralın iktidar kaynağının tanrısal olduğu inancını yerleştirerek, kralın yönetimini pekiştirmekte yaşamsal bir rol oynadı.
İÖ 6. yüzyıldan başlayarak Eski Yunan’da Aristo ve Platon gibi siyasal düşünürler modern yönetim kavramını ortaya koydular. Yunanlı düşünürler, yurttaşların ülkenin yönetiminde söz sahibi olmalarına olanak sağlayan demokratik yönetim kuramını da geliştirdiler. Ama bu dönemde uygulanan demokrasi günümüzdeki anlamından farklıydı. Eski Yunan kent devletlerinde halkın yönetimde söz sahibi olması yalnızca yurttaşlarla sınırlıydı. Kent nüfusunun çoğunu oluşturan kölelerin yönetime katılma hakları yoktu. Gene de, Atina gibi kent devletlerinde “halk yönetimi” olduğu söylenebilir. Halkın temsilcileri yasalar yapmak, vergileri kararlaştırmak ve anlaşmazlıkları zor ile değil oylama ile çözmek üzere düzenli olarak toplanırlardı.
Ülkelerin, özellikle Akdeniz çevresindekilerin yasaları, kültürleri ile bilimleri geliştikçe ve nüfusları arttıkça, yönetime ilişkin düşünce ve çalışmaları çok daha karmaşıklaştı ve ayrıntılandı. 16.-18. yüzyıllar arasında Avrupa’da hüküm süren mutlak krallar, krallıklarını yönetebilmek için ordular beslemenin yanı sıra büyük bir memur ve yönetici ağının yardımına gereksinim duydular. Devlet görevlileri ve memurlardan oluşan bu topluluğa bürokrasi denildi. (Sözcük, işyeri anlamına gelen Fransızca bureau ve iktidar anlamına gelen Yunanca kratos'dan türemiştir.) Her yönetimin bir bürokrasisi vardır.
Bazen bir ülkede halk yönetim biçimini onaylamaz ve kurulu düzeni değiştirmek için başkaldırır. Böyle halk ayaklanmalarına devrim denir. İngiliz baronlarının 1215’te krala karşı ayaklanması ülkenin yönetiminde dönüm noktası oldu. Kral, uyruklarının bireysel haklarını tanıyan Magna Carta adındaki belgeyi imzalamak zorunda kaldı. 17. yüzyılda, ülkeyi kimin yöneteceği sorunundan kaynaklanan İngiliz İç Savaşı (1642-51) kral ve parlamento arasındaki güç dengesinde bir başka önemli değişmeye yol açtı. Amerikan, Fransız, Rus, Çin ve Küba devrimleri yönetim biçimlerinde büyük değişikliklere neden oldu.
Siyasal Yönetim Sınıflandırmaları
Siyasal yönetimler çeşitli biçimlerde sınıflandırılabilir. Bunlardan biri egemenliğin kaynağına. göre yapılan sınıflandırmadır. Buna göre yönetim, dinsel ve laik olarak ikiye ayrılır. Dinsel ya da teokratik yönetimde yerleşik hukuk düzeninin Tanrı tarafından konulmuş olduğuna inanılır. Bu yönetimde siyasal otoritenin Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olduğu varsayılır. Bu nedenle de, var olan düzen ve otoriteye karşı çıkılamaz ve eleştirilemez.
Laik yönetimde ise egemenliğin kaynağı dünyasaldır. Laik yönetimler ülkenin siyasal sistemine göre çok farklı biçimler alabilir. Örneğin, halkın işbaşına getirdiği demokratik yönetimler gibi, kaba güce dayanan bir önder ya da grubun egemenliği de laik olabilir.
Siyasal yönetimlerin en eski sınıflandırılma biçimlerinden biri de egemenliği kullanan kişi sayı'sına göre yapılandır. Bu ayrımda tek kişinin yönetimine monarşi, soylu azınlığın yönetimine aristokrasi, halk çoğunluğunun yönetimine de demokrasi denmiştir. Bu sınıflandırma Eski Yunan’dan yakınçağlara kadar bazı terim farklılaşmalarıyla geçerli olmuştur.
Toplum biçimlerine, göre yapılan sınıflandırmada, siyasal iktidarın toplumsal ve ekonomik yapı tarafından belirlendiği düşünülür. Yönetimler feodal, kapitalist, sosyalist toplum biçimlerine göre farklılaşır.
Siyasal yönetimlerin bireyin ve birey özgürlüğünün temel alınması'na göre sınıflandırılmasında, yönetim liberal ve liberal olmayan biçiminde ikiye ayrılır. Liberal yönetimler, halkın tercihlerini yansıtan çoğulcu demokratik yönetimlerdir. Liberal olmayan yönetimler ise, otoriter ve faşist yönetimler gibi birey karşısında devletin üstünlüğünü savunan yönetimler ya da toplumun üstünlüğünü savunan sosyalist yönetimler olarak farklılaşabilir.
Siyasal Yönetim Biçimleri
Demokratik Yönetim. Bu, pek çok batılı ulusun benimsediği yönetim biçimidir ve halkın yönetime katılmasını kapsar. Demokrasi sözcüğü, halk ve iktidar anlamına gelen Yunanca demos ve kratos'dan gelir. Halk, birbirinden farklı iki ya da daha çok siyasal parti arasından hangisinin ülkeyi yöneteceğine karar vermek için düzenli olarak yapılan seçimlerde oy verir. Seçilen yönetim, bireylerin haklarını güvence altına alan anayasa ve yasalar çerçevesinde davranmak zorundadır. ABD Başkanı Abraham Lincoln’ın sözleriyle, demokratik yönetim “halkın, halk tarafından, halk için yönetimi”dir.
Demokratik yönetimlerde kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsenmiştir. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, yönetim organlarının birbirinden ayrılmasını öngörür. Buna göre, yürütme (başkan ya da bakanlar kurulu) yasaları uygular, yasama (parlamento) yasaları yapar ve yargı (mahkemeler) yasalara uygun davranılmasını sağlar. Bu sistemle, yasama, yürütme ve yargı güçleri birbirinden ayrılmış ve böylece karşılıklı olarak birbirlerini denetlemeleri sağlanmıştır. Oysa otoriter yönetimler, yönetim organlarının ve yetkilerinin tek elde toplanması demek olan kuvvetler birliği ilkesini kabul eder.
Demokratik yönetimi başka yönetim biçimlerinden ayıran temel özelliklerden biri de bireysel özgürlükler, yönetimi eleştirme özgürlüğü, basın özgürlüğü, seçme ve seçilme özgürlüğü gibi özgürlükleri tanımasıdır. Bu temel haklar ve özgürlükler başka yönetim biçimlerinde güvence altına alınmamıştır.
Demokratik yönetimin örgütlenmesi ülkenin siyasal ve tarihsel geleneklerine göre değişir. Ama temelde iki ayrı yönetim modelinden söz etmek olanaklıdır. Bunlar başkanlık sistemi ve parlamenter sistemdir.
Başkanlık sistemi ilk kez ABD’de ortaya çıkmıştır. Yürütme gücü olarak başkanın doğrudan seçimle işbaşına geldiği başkanlık sistemi ABD’nin yanı sıra Latin Amerika ve başka bazı ülkelerde de uygulanmaktadır. Ama toplumsal ve tarihsel koşulları nedeniyle ABD dışındaki ülkelerde bu sistemin otoriter yönetime dönüşme tehlikesi vardır.
Parlamenter sistemin ilk örneği ise İngiltere’de görülmüştür. Bu yönetim biçimi seçimle işbaşına gelen parlamentoya dayanır. Farklı siyasal partiler iktidara gelmek için genel seçimlere katılır. Bu seçimler sonunda mecliste çoğunluğu kazanan parti iktidar olur. Genellikle bu partinin önderi başbakan olarak bakanlar kurulunu oluşturur. Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası olarak iki meclisten oluşan İngiliz Parlamentosu’nda yalnızca Avam Kamarası için seçim yapılır. İngiltere’de devlet başkanı kral ya da kraliçe olmakla birlikte, gerçek siyasal iktidar seçimle işbaşına gelen parlamentonun elindedir.
Sosyalist Yönetim. Bu yönetim biçimi SSCB, Çin, Küba ve Doğu Avrupa ülkelerinde yürürlüktedir. 1989’daki siyasal ve toplumsal değişikliklere kadar, sosyalist yönetimlerde halk yalnızca tek partinin, yani komünist partisinin adayları için oy kullanabilirdi. Bu nedenle de, seçimler “serbest” değildi. Bireylerin ve basının yönetimi eleştirmesi hoş karşılanmazdı. Bu uygulamalarıyla demokratik yönetimden ayrılan sosyalist ülkeler, 1989’da başlayan bir dizi değişim içine girdiler. Bireysel özgürlükler, basın özgürlüğü, çok partili yaşam, serbest seçim gibi daha önce yalnızca demokratik yönetimlere özgü birçok hak ve özgürlük sosyalist yönetimlerce de benimsenmeye başlandı.
Otoriter Yönetim. Otoriter yönetimler çağımızda, genellikle askeri bir darbe ya da iç savaş sonucu bir kişi ya da bir grubun yönetimi zorla ele geçirmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bazı Latin Amerika ve Afrika ülkelerinde olduğu gibi, bazen de yürürlükteki başkanlık sistemi demokratik mekanizmaların işletilememesi nedeniyle otoriter yönetimlere dönüşebilmektedir.
İktidarı zor yoluyla ele geçirenler daha sonra yeni kurdukları sisteme uygun yasal düzenlemeleri de yaparlar. Bu yönetimlerde yasama, yürütme ve yargı gücü doğrudan iktidarın denetimindedir. Bireysel hak ve özgürlükler, basın ve eleştiri özgürlüğü yoktur ya da çok kısıtlanmıştır. Seçimler ya ertelenir ya da serbest seçim ilkelerine uyulmaz.
Yönetim Kademeleri
Ülkelerin tümünde ulusal yönetimin altında çeşitli yönetim kademeleri vardır. Yönetim birimleri, büyüklük ve önemlerine göre, örneğin ABD ile Kanada’da eyaletlerden, SSCB’de cumhuriyetlerden, Türkiye, İngiltere ve Fransa’da illerden oluşur; daha küçük bölgesel ya da yerel birimler, belediye yönetimleri, kent, ilçe ve köy yönetimleri de vardır. Yerel yönetim birimleri okul, hastane, sosyal yardım hizmetleri, yol, imar planları, doğum kayıtları gibi yerel işlere bakar. Bölgesel yönetimler yerel gereksinimlerin karşılanmasına çalışır.
Demokrasilerde küçük yönetim birimleri merkezi ya da federal sistem içinde örgütlenmiştir. Merkezi sistemde iktidar, bölge yönetimlerine ne kadar yetki tanınacağına karar verir. İngiltere, Fransa, Japonya ve Türkiye merkezi sistem içinde örgütlenmiş ülkelere örnektir.
Federal sistemde ise eyaletler, kendi istekleri dışında ellerinden alınamayacak belirli yetkilerle donatılmıştır. Federal sistemin uygulandığı ülkeler arasında Kanada, Avustralya, Meksika, İsviçre ve ABD sayılabilir. Federal sistem ABD’de gelişmiştir. 1776’da İngiltere’den kopan 13 eyalet, başlangıçta kendi bağımsız yönetimlerini oluşturdu. 1781’de de gevşek bir konfederasyon (yani, eyaletler birliği) kuruldu, ama her eyalet kendini bir ulus gibi görmeyi sürdürdü. Konfederasyonun büyük sorunları çözümleme yetkisi yoktu. Önderler bütün eyaletlerin ancak birlikte davranarak çözebilecekleri sorunlarla karşılaştıklarında, güçlü bir merkezi yönetim oluşturmaya karar verdiler. 1789’da onaylanan ABD Anayasası’yla eyaletler bazı yetkilerini korudu; federal yönetimlere, savunma gibi bütün ülkeyi ilgilendiren sorunlara ilişkin denetim yetkisi de verildi.
Yerel Yönetimler
Yerel kamu hizmetlerinin o bölgenin toplumsal, ekonomik, coğrafi gereklerine uygun olarak yerine getirilebilmesi için oluşturulan yerel yönetimler genellikle merkezden yönetim ve yerinden yönetim olmak üzere iki ayrı örgütlenme biçimi gösterir. Yasama organının çıkardığı yasalar, hükümetin ve bakanlıkların aldıkları kararlar, merkezde ve taşrada siyasal yönetimin bir parçası olan yönetim birimleri tarafından ülkenin en uzak köşelerinde bile uygulanır. Buna merkezden yönetim denir. Bu yönetim türünde kamu hizmetleri, yukarıdan aşağıya hiyerarşik biçimde düzenlenen yetki ve sorumluluklar çerçevesinde yerine getirilir.
Öte yandan, belirli bir bölge içinde bir arada yaşayan insanların ortak gereksinmelerini karşılamak üzere, genellikle o yörede yaşayan halk tarafından seçilen, belediye gibi yerel yönetim birimleri oluşturulmuştur. Kentleşmenin getirdiği sorunlar bu tip yerinden yönetim birimlerinin önemini artırmıştır. Merkezi yönetim, ülkede ulusal birlik ve bütünlük sağlandığı ölçüde yerel yönetimlerin güçlenmesine izin vermiştir.
Yerel yönetimlerin yetki, sorumluluk ve kuruluş biçimleri ülkeden ülkeye önemli farklılıklar gösterir. Avrupa’da başlıca üç tip yerel yönetim uygulaması görülür. Bunlardan İngiliz sistemi, İngiliz Uluslar Topluluğu ülkelerinin çoğunda yürürlüktedir. Bu sistemde merkezi yönetim yerel birimlere belirli görev ve yetkiler vermiştir ve seçilmiş kurullar ulusal yönetimin gözetimi altında yerel düzeyde iş görür.
İkincisi Fransız sistemidir. Bu sistemde ulusal yönetim yerel birimler üzerinde güçlü bir denetim kurar. Fransa 90 ile bölünmüştür. Her il, ulusal yönetimin atadığı bir vali tarafından yönetilir. Kentlerde ya da bucaklarda, seçmenler belediye başkanlarını ve belediye meclislerini seçerler. Bunlar yıllık bütçeyi onaylamak ve yalnızca yerel sorunları ele almak üzere yılda dört kez toplanır. Ama merkezi yönetim, içişleri bakanı ve vali aracılığıyla polis, eğitim ve maliye gibi önemli konuları doğrudan denetler. Pek çok ülke Fransız sistemini benimsemiştir.
Üçüncüsü ise sovyet sistemidir. Bu sistemde sovyetler, her yönetim düzeyinde asıl yönetim organı olarak çalışır. Kent sovyeti ulusal sovyetin temsilcisidir. Bu yönetim biçimi sosyalist ülkelerin çoğunda yürürlüktedir.
Türkiye'de Siyasal ve Yerel Yönetim
Türk siyasal yönetim modeline Batı Avrupa demokratik yönetimleri kaynaklık etmiştir. 19. yüzyılın ilk yarısında Tanzimat ile başlayan, siyasal yönetim kurumlarmı güçlendirme çabası, 1876’da ilk anayasanın onaylanmasıyla sonuçlandı. Padişahın yetkilerini belirleyen ve “din devleti” yapısını güçlendiren bu anayasa, daha demokratik bir yönetime yönelmede başarılı olamadı. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanından ve anayasanın yeniden düzenlenmesinden (1909) sonra, egemenliğin padişah ile halk arasında, bir ölçüde paylaşıldığı yeni bir dönem başladı.
Kurtuluş Savaşı sırasında ilan edilen 1921 Anayasası’nda egemenliğin kayıtsız şartsız ulusa ait olduğu düşüncesi yer aldı. Bu anayasa ile yasama yetkisi meclise geçti. Daha sonra 1924 Anayasası ile Türkiye Cumhuriyeti’nde yasama ve yürütme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bırakıldı. Ardından laiklik ilkesi de benimsendi. Ama 1946’da çok partili sisteme geçilinceye kadar ülkede parlamenter demokrasinin yerleştiği söylenemez. Bu tek partili dönemde, demokratik yönetimin temel ilkelerinden olan, birden çok siyasal partinin katıldığı serbest seçim ilkesi uygulanmadı.
1961 Anayasası Türkiye’de parlamenter yönetimin tüm kural ve kurumlarıyla yerleşmesini sağladı. Bu anayasada Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına dayalı, milli, demokratik ve laik bir devlet olarak tanımlandı.
Günümüzde Türkiye’de egemenlik ulusundur. Ulus bu egemenliği anayasanın belirlediği yetkili organlar aracılığı ile kullanır. Bu yetkili organlar, yasama görevini yürüten meclis, yürütmeyle görevli cumhurbaşkanı ve başbakan önderliğindeki bakanlar kurulu ile yargı görevini yürüten bağımsız mahkemelerdir. Anayasa Mahkemesi en üst yargı organıdır. Ayrıca Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet Denetleme Kurulu, Danıştay, Sayıştay gibi çeşitli kurum ve kuruluşlar da bulunmaktadır.
Merkezi yönetim, yönetsel görev ve uygulamaları yaygınlaştırabilmek için tüm ülke çapında örgütlenmiştir. Türkiye’de siyasal yönetim kademeleri, sırasıyla iller, ilçeler, bucaklar ve köyler olarak coğrafi bölümlere ayrılmıştır. En büyük yönetsel birimler olan 73 ilin başında devletin, hükümetin ve bütün bakanlıkların temsilcisi durumunda olan valiler bulunur. İlçelerin başındaki kaymakamların ise devleti temsil etme yetkisi yoktur. Kaymakam, bir devlet memuru olarak valinin denetimindedir. Bucakların başında bulunan bucak müdürleri de kaymakam gibi devlet memuru olarak görev yaparlar.
Türkiye’de yerel kamu hizmetlerinin yerine getirilmesiyle görevli yerel yönetim kuruluşları, il özel idareleri, belediyeler ve köyler olarak üçe ayrılır. İl özel idareleri, il sınırları içinde merkezi yönetimce yürütülen tarım, bayındırlık ve sağlık gibi hizmetleri yerine getirmekle görevlidir. İl özel idaresinin başı ve yürütme organı validir.
Belediyeler, yörelerinde yaşayan halkın gereksinmelerini karşılamak amacıyla kurulmuş yerel yönetimlerdir. Belediyeler Kurtuluş Savaşı sırasında zarar gören yerleşim birimlerinin onarılması ve o yöredeki insanların en temel gereksinimlerini karşılamak üzere kurulmuştu. Günümüzde bazı büyük kentlerde kent sorunlarının çözümü için, anakent belediyeleri oluşturulmuştur. Belediyelerin yönetimi her beş yılda bir seçilen başkan ve belediye meclisinin elindedir. Ayrıca, hizmet türüne göre kurulmuş sürekli birimleri de vardır. Belediyelerin başlıca etkinlikleri imar, temizlik, su, kanalizasyon, sağlık, zabıta, kent içi toplu taşıma, kültür, dinlenme ve itfaiye hizmetleri gibi alanlardadır.
Başka bir yerel yönetim kuruluşu da köylerdir. Köydeki yönetim organları köy derneği, köy ihtiyar meclisi ve muhtardır. Merkezi yönetimin köydeki temsilcisi ve yürütme organı muhtar, karar organı da ihtiyar meclisidir.