Türk Edebiyatı
Türk Edebiyatı, Türkler'in tarih boyunca oluşturdukları sözlü ve yazılı edebiyat geleneğini ve bu geleneğin ürünlerini içerir. Türk edebiyatı tarihsel gelişimi içinde üç ana bölüm de İncelenmektedir: İslamlık’tan önceki Türk edebiyatı, İslam uygarlığı etkisinde gelişen Türk edebiyatı, batı uygarlığı etkisinde gelişen Türk edebiyatı. Bu sınıflandırma Türkler’in girdikleri din ve kültür çevrelerinin belirleyici etkisi göz önüne alınarak yapılmıştır.
İslamlık'tan Önceki Türk Edebiyatı
Tarih araştırm alarına göre Türkler’in anayurdu Orta Asya’dır. Türkler’in Orta Asya’daki kültür ürünlerinin tümü bugüne gelebilmiş değildir. İlk Türkçe yazılı belgelerin 6. yüzyıldan kaldığını göz önüne alırsak bu dönem edebiyatı ile ilgili temel belgelerin elde olmadığı söylenebilir.
Sözlü Gelenek. Kaşgarlı Mahmud'un 11. yüzyılda yazdığı Divanü Lügati't-Türk (Türk Dilleri Sözlüğü) adlı kitabında dönemin sözlü ürünleri de yazılı olarak yer alıyordu. Sözlü edebiyat geleneğinde şiir önde geliyordu. Kam , baksı, ozan, şaman adı verilen ilk şairler kopuz denen telli bir çalgı eşliğinde şiirlerini seslendiriyorlardı. Aprınçur Tigin, Çuçu, Kül Tarkan, Çısuya Tutung, Asıg Tutung, Sungku Seli ve Kalım Keyşi yapıtlarından örnekler bulunan ilk şairler arasındadır. Bu şairler dörtlük düzeninde ve hece ölçüsüyle yazdıkları şiirlerinde sevgi, kahramanlık, din gibi çeşitli konuları işlemişlerdir. Yazdıkları şiirleri adlandırırken koşug, kojan, takşut, ır (yır), şlok, kavi, başık gibi adları kullanm ışlardır. “Koşuk”lar sevgi, doğa güzellikleri gibi konuları; “sagu”lar ölen bir kim senin ardından duyulan acıyı, onun yiğitliklerini anlatırdı. “Destan”lar ise, hemen her ülkede olduğu gibi, toplumu çok yakından ilgilendiren, toplum sal bilinçte yer etmiş olaylarla ilişkiliydi. “Sav”lar (atasözleri) da sözlü gelenek içinde önemli bir yer tutar. Kaşgarlı’ nın sözlüğündeki bazı atasözleri bugün bile Türkiye Türkleri arasında yaşamaktadır.
Yazılı Gelenek. İlk Türkçe yazılı belgeler 6. yüzyıldan kalan Yenisey ve 8. yüzyıldan kalan Orhun yazıtlarıdır. Özellikle, anı-söylev türünde yazılmış olan Orhun Yazıtları, Türk dünyasının toplumsal yaşamı, kültür ve sanatı konusunda çeşitli yönlerden zengin bilgilerle doludur. Uygur Türkleri’nden kalma yazılı ürünler arasında da Altun Yaruk (Altın Işık) adını taşıyan ve Budacılık’ın kutsal kitabının çevirisi olan yapıt vardır. Uygur edebiyatında çeviriler ağırlıktaydı, dinsel içerik önemli bir yer tutuyordu. Bu alanda Çeştani Bey, Kutsal Tavşan, Maym unlar Beyi, Prens Kalyanamkara ve Papamkara hikâyeleri özellikle anılabilir.
İslam Uygarlığı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı
Karahanlı Hüküm darı Satuk Buğra Han’ın 10. yüzyılın ortalarında İslam dinini benimsemesinden sonra Türk dünyası yeni bir uygarlık çevresine girmeye başladı. Batıya göç eden Türk boyları bu uygarlığın etkilerini edebiyat dünyasına da taşıdılar. Kaşgarlı Mahmud Divanü Lügati’t-Türk’ü Araplar’a Türkçe öğretmek amacıyla hazırladı. Yusuf Has Hacib İslam ilkelerine dayalı bir devlet felsefesini Kutadgu Bilig (11. yüzyıl) adlı yapıtında işledi. Ali Şir Nevai, Çağatayca’yı zengin bir kültür ve sanat dili olarak geliştirdi. Anadolu’ ya gelen Türk boyları da Anadolu’da yeni bir edebiyat geleneğinin oluşmasında büyük rol oynadılar. Anadolu’da ilk örneklerini 13. yüzyıldan başlayarak gördüğümüz bu edebiyat geleneği iki alanda gelişmiştir: Divan edebiyatı, halk edebiyatı.
Divan Edebiyatı. Osmanlılar’da özellikle medresede yetişen aydınların Arap ve daha çok da Fars edebiyatını örnek alarak geliştirdikleri edebiyat geleneği genel olarak “Divan edebiyatı” adıyla anılmaktadır. Buna “zümre edebiyatı”, “ümmet çağı Türk edebiyatı” adını verenler de vardır. Divan edebiyatının kuruluş döneminde (13.- 15. yüzyıl) Farsça çeviriler çoğunluktadır. İlk şairler (Ahmed-i Dâi, Kadı Burhaneddin, Şeyhi) çoğunlukla dinsel şiirler yazmışlardır. Geçiş dönem inde (15.-16. yüzyıl) saray ve çevresi bu tür edebiyatı özellikle desteklemiş, şiirin yanı sıra düzyazı örnekleri de ortaya konmuştur (Ahmed Paşa, Necati, Mercimek Ahmed, Âşıkpaşazade, Sinan Paşa gibi). Divan edebiyatının olgunluk döneminde (16.- 18. yüzyıl) etkilenme ve esinlenme aşam asından özgün yaratı aşamasına geldiğini gözlüyoruz. Klasik biçimlere yerli içerikler kazandırılmaya çalışılmış, bu arada yeni akımlar, özellikle “Sebk-i Hindi” denen yeni bir şiir tarzı denenmiştir (Fuzuli, Bâkî, Bağdatlı Ruhi, Nabî, Nef’i, Nedim , Şeyh Galib, Evliya Çelebi, Kâtip Çelebi, Naima, Veysi, Nergisi).
18.-19. yüzyıllarda Türk toplumunun yeni bir uygarlık çevresine girmeye başladığını görüyoruz. Özellikle 19. yüzyılda Osmanlı toplumu batıya açılır, batı kültür ve sanatından bazı biçim ve anlayışlar Türk toplumuna tanıtılır ve edebiyat ürünlerinin içeriğinde toplumsal konular yer almaya başlarken Divan edebiyatı bu alanda yetersiz kaldı. Bir anlam da yavaş yavaş kendi sonunu hazırladı. Enderunlu Vasıf, İzzet Molla, Leskofçalı Galib, Hersekli Arif Hikmet, Yenişehirli Avni, Leyla Hanım gibi şairler Divan edebiyatı geleneğinin son temsilcileri oldular.
Divan edebiyatı şiir ve düzyazı alanındaki ürünleriyle (medhiye, hicviye, mersiye, tezkire, mesnevi, gazavatname, şehrengiz, mevlit, seyahatname gibi) özgün bir edebiyat geleneğidir. Biçim ve içerik bakımından özellikle Fars edebiyatından esinlenmişse de, temel sanat anlayışı olan “hüner ve marifet gösterme” sayesinde değişik ve yeni mazmunlar, zengin söz sanatları kullanarak oldukça özgün, kişilikli bir edebiyat geleneği oluşmuştur denilebilir. Şiirde gelenekçilik ve kuralcılık ister istemez sanatçıları titiz şiir işçisi olmaya götürmüştür. Divan nesri “sade düzyazı” ve “süslü düzyazı” olmak üzere iki kolda gelişmiştir. Özellikle halk için yazılan din, tasavvuf, tarih konulu kitaplarda sade düzyazı, aydınlar ve bilim adamları için yazılan kitaplarda ise süslü düzyazı tercih edilmiştir. Seçkinci bir edebiyat olan Divan edebiyatının dili de Türkçe, Arapça, Farsça’dan oluşan yapay ama seçkinci bir dildi.
Halk Edebiyatı. Yaratıcıları belli olmayan ya da bilinemeyen halk hikâyeleri, türküler, mâniler, atasözleri, bilmeceler, seyirlik köy oyunları halk edebiyatının bir bölümünü oluşturur. Tekke edebiyatı (13.-16. yüzyıl), halk edebiyatının dinsel içerikli biçimidir. Tasavvufun dinden farklı olan geniş hoşgörüsü ve yorum biçimi zengin bir edebiyat geleneğinin oluşmasında başlıbaşına bir etmen olmuştur.
Tekke şiirleri ilahi, nefes gibi özel bestelerle okunurdu. Tekke edebiyatı dili yer yer Arapça ve Farsça sözcükler içerse de kolay anlaşılabilir bir nitelikteydi. Dörtlük nazım birimi ve hece ölçüsü sonuna kadar kullanılmıştır. Bu edebiyatın en önemli temsilcileri Yunus Emre, Nesimi, Kaygusuz Abdal, Hacı Bayram Veli, Hatayi, Pir Sultan Abdal’dır. Halk edebiyatının bir başka alanını oluşturan âşık edebiyatı, 16. yüzyıldan günümüze kadar süren dönemi içerir. Âşık da denen halk ozanları genellikle sazlarıyla Anadolu’yu dolaşarak hem bir geleneği oluşturmuşlar, hem de yaşama savaşı vermişlerdir. Karacaoğlan, Âşık Ömer, Gevheri, Dertli, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni, Ruhsati, Sümmani, Âşık Veysel, Ali İzzet Özkan bunlara örnek olarak verilebilir.
Halk edebiyatı sevgi, doğa, gurbet, yiğitlik, baskı gibi toplumun çok yakından bildiği, yaşadığı konular üzerine temellendirilmiştir. Din ve tasavvuf konuları da ayrı bir dal olarak gelişmiştir. Nazım biçimi dörtlük, ölçü hecedir. Koşma ve mâni tipi nazım biçimleri kullanılmıştır. Bu nazım biçimleri kendilerine özgü ezgileriyle destan, semai, varsağı, ilahi, türkü gibi farklı adlar da alırlar. Anadolu’da gelişen halk Türkçe’sinin kullanıldığı halk edebiyatı yalındır ve anlatım da özentiye kaçılmamıştır. Somut güzel ve güzellikler anlatılmıştır.
Batı Uygarlığı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı
Türk (Osmanlı) toplumunda 18. yüzyıldan sonra batı uygarlığı çevresine girme yolunda çalışmalar yapılmıştır. Askerlik ve siyaset alanındaki gelişmeler bir süre sonra edebiyat yaşamında da etkisini göstermeye başladı. Özellikle batıyı gören ve yakından tanıma olanağını bulan edebiyatçılar yeni bir edebiyatın ilk habercileri oldular. Batı uygarlığı etkisinde gelişen Türk edebiyatının başlangıcı olarak Tercüman-ı Ahval (1860) gazetesinin çıkışı kabul edilmektedir. Çünkü bu gazete resmi ya da yarı resmi bir yayın organı değil, özel girişimle çıkartılan ilk Türk gazetesiydi. Böylece başladığı kabul edilen bu yeni dönem şu alt dönemlerde İncelenmektedir: Tanzimat dönemi, Servet-i Fünun dönemi, Fecr-i Âti dönemi, Milli edebiyat dönemi, Cumhuriyet ve sonrası.
Tanzimat Edebiyatı (1860-96). Batı edebiyatından yapılan çevirilerin belirleyici olduğu bu dönem de yeni bir edebiyat geleneği de oluşmaya başladı. Birinci kuşak edebiyatçıları sayılan Namık Kemal, Şinasi, Ahmed Midhat, Ziya Paşa edebiyatı toplumun hizmetinde gördüler, bir eğitim aracı olarak kullandılar. İkinci kuşak olarak kabul edilen Recaizade Mahmud Ekrem , Samipaşazade Sezai, Nabizade Nâzım, Abdülhak Hamid ise “sanat sanat içindir” ilkesini güttüler. Tanzimat şiirinin biçimi çok değişmediyse de, içeriği hayli değişmişti. Özgürlük, uygarlık, yasa, adalet gibi toplumsal kavramlar ilk kez bu dönem de gündeme geldi. Tanzimat romancıları da konularını batılı örnekleri gibi toplumsal konulardan, sorunlardan almışlardır. Bazı romancılar Romantizm ’in, bazıları da Gerçekçilik Akımı’nın ilkelerini benimsemiştir. Tiyatro türü de roman, hikâye gibi bu dönemde batıdan alınmıştır. Ahmed Vefik Paşa’nın Moliere’den yaptığı çeviri ve uyarlamalar Tanzimat tiyatrosunun oluşumunda önemli bir rol oynamıştır.
Servet-i Fünun Edebiyatı (1896-1901). Servet-i Fünuncular’ın bir topluluk haline gelmelerinde Recaizade Mahmud Ekrem ’in büyük rolü olmuştur. Servet-i Fünuncular da Tanzimat yazarları gibi Türk toplumunun batılılaşma yoluyla kalkınabileceğine inandıkları için, batının bilim ve sanatında gördükleri yenilikleri getirip bu yolda denemeler yapmaya çalışmışlardır.Servet-i Fünun edebiyatı ya da öbür adıyla Edebiyat-ı Cedide de Tanzimatçılar gibi pek çok yönlerden eleştirilmiştir. Servet-i Fünun şiirinde Parnasse (Parnas) ve Sembolizm akımlarının etkileri görülür. “Sanat sanat içindir” ilkesini benimseyen Servet-i Fünuncular seçkinlere özgü bir edebiyat oluşturmuşlardır. Şiirde batı şiirine özgü duyuş ve anlayışları dile getirirken o güne kadar dilde bulunmayan Arapça ve Farsça sözcükleri kullanmaktan kaçınmamışlardır. Türk romanı Servet-i Fünun döneminde gerçek kimliğine kavuşmuştur. Bu dönem romanları teknik yönden oldukça kusursuzdur, toplumsal konular işlenirken bireyin psikolojik derinliklerine de inilmiştir. Çünkü romanda Gerçekçilik (Realizm ) Akımı’nın etkileri apaçık görünmektedir. Servet-i Fünun şiirini Tevfik Fikret, Cenab Şahabeddin, romanını da Halid Ziya (Uşaklıgil), Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit (Yalçın), Ahmed Hikmet (Müftüoğlu), Safveti Ziya temsil etmektedirler.
Fecr-i Âti Edebiyatı (1908-11). 1901 ile 1908 arasında II. Abdülhamid’in sansürü yeni bir edebiyatın filizlenmesine olanak vermemişti. II. Meşrutiyetle birlikte edebiyat dünyasında bir canlılık belirdi. Bir bildiri ile kendilerini kamuoyuna tanıtan Fecr-i Aticiler edebiyatın önemini ve ciddiyetini halka anlatmayı, sanat ve edebiyatın duyguların eğitimine yardımcı olduğu görüşünü ilke edinmişlerdir. Onlara göre “sanat kişisel ve saygındır” . Çok kısa ömürlü olan Fecr-i Âti döneminin başlıca temsilcileri olarak Ahmed Haşini, Emin Bülent (Serdaroğlu), Hamdullah Suphi (Tannöver), Şahabeddin Süleyman, İzzet Melih (Devrim), Ali Canip (Yöntem), Faik Ali (Ozansoy), Fazıl Ahmet (Aykaç), Mehmet Behçet (Yazar), Köprülüzade Mehmed Fuad (Fuad Köprülü), Müfid Ratib, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) özellikle anılabilir.
Milli Edebiyat (1911-23). Milli edebiyat ile milliyetçilik akımı arasında sıkı bir bağ vardır. Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının Selanik’te Genç Kalemler dergisinde başlattığı “Yeni Lisan” anlayışı, yeni bir edebiyatın doğmasına neden oldu. Böylece milliyetçilik eğilimi edebiyata da yansımış oldu. Genç Kalemler dergisinin dilin Arapça ve Farsça’nın yoğun etkisinden kurtulması yolundaki çabaları her şeyden önce yazı dili ile konuşma dili arasındaki ikiliği ortadan kaldırmaya yönelikti ve ulusal bir edebiyat yaratılması için bu işlem zorunluydu. Ziya Gökalp’in çalışmalarıyla Türkçülük Akımı’nın da temelini oluşturan bu görüşler toplum da büyük ilgi ve yankı uyandırdı. “Hecenin Beş Şairi” ya da “Beş Hececiler” kişisel gözlem ve izlenimlere dayanarak yurt sorunlarım, güzelliklerini, sevgisini, kahramanlık duygularım dile getirdiler, çeşitli halk edebiyatı motiflerinden yararlandılar. Şiir dilinin ulusallaşmasına büyük katkıları oldu. Aruzdan hiç ödün vermeyen Mehmet Akif Ersoy, şiiriyle toplumun hizmetinde olduğunu göstermiştir. Yahya Kemal ile Yakup Kadri, Eski Yunan edebiyatını örnek aldıkları, “Nev-Yunanilik” diye adlandırılan bir akımı denediler, ama bu uzun soluklu olmadı.
Milli edebiyat romancıları ilk kez İstanbul dışındaki mekânlara, konulara açıldılar; milliyetçilik siyasal bir ideoloji olarak romana girdi. Kurtuluş Savaşı’nın bazı görüntüleri romanlaştırıldı (Halide Edip, Yakup Kadri, Refik Halit, Ömer Seyfettin, Reşat Nuri). Özellikle İttihat ve Terakki Fırkası tiyatro etkinliklerini yakından desteklemiştir. Sahneye çıkan ilk Türk kadını olan Afife Jale bu dönemin sonlarında yetişmiştir. İstanbul Belediye Başkanı Cemil (Topuzlu) Paşa’nın öncülüğünde Darülbedayi-i Osmani kurulmuş, yerli ve yabancı yazarların oyunları sahneye konmuş, tiyatro oyuncusu yetiştirilmesine önem verilmiş, sahnelerde yerli yazarların yapıtlarına öncelik tanınmıştır.
Edebiyat eleştirisi ve tarihi türünde de Köprülüzade Mehmed Fuad’ın öncü çalışmaları özellikle anılmalıdır.
Cumhuriyet ve Sonrası (1923’ten bugüne). Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanmasından sonra Türkiye’de yeni bir devlet kurulmuş, laik, çağdaş, batılı nitelikte yeni bir toplum yaratılması çabalarına yönelinmişti. Bu dönem de edebiyata da büyük görevler düşüyordu. Milli edebiyat döneminde ortaya çıkan milliyetçi eğilimler giderek “mektepten memlekete” anlayışına yönelmiş, Beş Hececiler’i 1928’lerde “Yedi Meşaleciler” izlemiştir: Kenan Hulusi (Koray), Ziya Osman (Saba), Yaşar Nabi (Nayır), Cevdet Kudret, Muammer Lütfi (Bahşi), Sabri Esat (Siyavuşgil), Vasfi Mahir (Kocatürk).
Cumhuriyet şiirine büyük soluk kazandıran şairlerin başında Nâzım Hikmet gelmektedir. Toplumcu-gerçekçi şiirin öncüsü olan Nâzım, biçim ve içerik yönünden getirdiği yeniliklerle kendisinden sonra gelen birçok şairin esin kaynağı olmuştur. 1940’larda Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat’ın başlattığı Garip Akımı özellikle gelenekçi şiire bir başkaldırı niteliği taşıyordu. Çağdaş batılı ozanlara, özellikle de Gerçeküstücüler’e eğilim gösteren Garipçiler ölçüsüz, uyaksız, söz ve anlam sanatlarından olabildiğince arındırılmış, yeni bir şiir anlayışı geliştirmişlerdir. Bu akım büyük tepkiyle karşılaşmış, ama Türk şiirinin yeni boyutlar kazanmasına yardımcı olmuştur. Özellikle 1950-60 yılları arasındaki Demokrat Parti iktidarının baskıcı yönetiminin etkisiyle “kapalı şiir”e yönelen ve İkinci Yeni (Garipçiler’e Birinci Yeni de deniyordu) adıyla adlandırılan şiir akımında özgür çağrışım yöntemi kullanılmış, soyutlamaya aşın ölçüde başvurulmuş, dilin yapısını zorlayan ve bozan denemelere girişilmiştir. Ama birçok şair de bu akımlardan hiçbirine katılmamış; bazıları bireyin günlük yaşamındaki inişli çıkışlı dramını (Behçet Necatigil); bazıları Anadolu insanının her tür koşula yenik düşen, çileli yaşamını şiire yansıtmasını bilmiş (Cahit Külebi); bazıları bütün insanlık sorunlarını ele almış (Fazıl Hüsnü Dağlarca); bazıları eski şiirin ses ve söyleyiş zenginliğinden esinlenerek çağdaş sorunları irdeleyen (zaman, yaşama sevinci) şiire yönelmiş; bazıları güncelin şiirinin peşine düşmüş; bazıları da şiiri salt bir ses, seslerle kurulan yepyeni bir uyum, düzen olarak algılamıştır. Ahmet Arif, Sabahattin Kudret Aksal, Mehmet Başaran, Ataol Behram oğlu, Cemal Süreya, Metin Eloğlu, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Haşan Hüseyin (Korkmazgil), Sezai Karakoç, Necip Fazıl Kısakürek, Hilmi Yavuz, Can Yücel bu dönem şiirinin önde gelen şairleridir.
Cumhuriyet dönemi romanı da, şiiri gibi öncelikle Anadolu insanına, onun yüzyıllarca önemsenmemiş yaşamına, gerçeklerine yönelmiştir. Özellikle Anadolu’yu görme, yakından inceleme olanağını bulan, çeşitli nedenlerle Anadolu’da yaşayan roman ve öykücüler gerçekçi gözlemlerini yeniden kurgulayarak kaleme almışlardır. Türkiye’nin geçirdiği siyasal, toplumsal ve kültürel değişimi bir ırmak roman çerçevesine oturtan ürünler de bu dönemde ortaya çıkmıştır. Özellikle köy enstitülü yazarların oluşturdukları “köy romanı” geleneğinin bazı abartmalı yaklaşımlarına karşın, köyün kentli insana tanıtılmasına büyük payı vardır. Yazarların İstanbul dışından da yetişmeleri Türk edebiyatının çeşitlenmesinde en önemli etkenlerden biridir. Anadolu’nun hem en her bölgesi, geleneği, insan tipleri, dünya görüşleri, kaygıları, düşünceleri, özlemleri bu yapıtlar aracılığıyla tanıtılmıştır. Türkiye’nin geçirdiği bazı askeri ve siyasal değişmeler roman ve öyküye de yansımakta gecikmedi. Son dönemlerde yabancılaşma, aydınların edilginliği, bunalımı, kentleşme olgusunun yarattığı bunalımlar, yurtdışma giden insanlarımızın yaşantıları, cinsellik gibi pek çok konu ya klasik öykü ve roman tekniğine ya da batıda görülen yeni roman tekniklerine (sözgelimi bilinç akışı yöntemi) uygun olarak işlenmektedir. Cumhuriyet dönemi öykü ve romanında Hüseyin Rahmi Gürpınar, Memduh Şevket Esendal, Abdülhak Şinasi Hisar, Halide Edip Adıvar, Halikarnas Balıkçısı, Refik Halit Karay, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Tarık Buğra, Aziz Nesin, Necati Cumalı, Oktay Akbal, Attilâ İlhan, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Tahsin Yücel, Tarık Dursun K ., Oğuz Atay, Adalet Ağaoğlu, Çetin Altan, Selim İleri, Pınar Kür, Sevgi Soysal, Ayla Kutlu, Orhan Pamuk ve Mehmet Eroğlu anılabilir.
Cumhuriyet yönetimi tiyatro etkinliklerine de büyük önem vermiştir. Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları’nın yanı sıra özel tiyatrolar da cumhuriyet sonrası tiyatrosunun oluşturulmasında etkin rol oynamışlardır (Kent Oyuncuları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar, Ankara Sanat Tiyatrosu, Ulvi Uraz Topluluğu, Devekuşu Kabare, Dormen Tiyatrosu, Dostlar Tiyatrosu). Bu dönem tiyatrolarında toplumsal ulusal konular, savaşın ahlak anlayışında yarattığı yozlaşma, köylü-ağa çekişmesi, işçi-işveren çatışması, yabancılaşma gibi pek çok konuya yer verilmiştir. Nâzım Hikm et, Ahmet Kutsi Tecer, Necip Fazıl Kısakürek, Melih Cevdet Anday, Haldun Taner, Orhan Asena, Turgut Özakman, Necati Cumalı, Recep Bilginer, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Behçet Necatigil, Tarık Buğra, Hidayet Sayın, Güngör Dilmen, Sermet Çağan, Adalet Ağaoğlu, Başar Sabuncu, Turan Oflazoğlu, Güner Sümer ve Vasıf Öngören çağdaş Türk oyun yazarları arasında önde gelenlerdir.
Cumhuriyet döneminde, özellikle edebiyat eleştirisi ve tarihi alanında da bilimsel yapıtlar ortaya konmaya başlandı. Bu alanda Fuad Köprülü, Agâh Sırrı Levend, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mustafa Nihat Özön. Mehmet Kaplan, Kenan Akyüz, Cevdet Kudret, Metin And, Özdemir Nutku, Pertev Naili Boratav ve Berna Moran’m adları özellikle anılabilir. Bu dönem de deneme türünde de önemli ürünler ortaya konmuştur. Nurullah Ataç, Sabahattin Eyuboğlu, Nermi Uygur, Vedat Günyol, Memet Fuat, Salah Birsel ve Enis Batur bu türün tem silcilerindendir.