Uyak
Şiirde dize sonlarında bulunan sözcüklerin son heceleri arasındaki ses benzerliğine “uyak” ya da “kafiye” adı verilmektedir. Halk şiirinde ise “ayak” denir. Bir ses sanatı olan uyak bazen dizelerin içindeki sözcüklerle de yapılır; ama bu tür kullanımlara şiire ahenk katmak için başvurulur. Bu nedenle uyak denince dize sonundaki sözcüklerin ses benzerliği söz konusudur.
Şiirde uyak, dize sonlarındaki anlamları ayrı sözcükler ile işlevleri farklı ekler arasında görülür. Aynı sözcükler ve ekler uyak sayılmazlar. Dize sonlarında yinelenen sözcüklere ve eklere “redif’ adı verilir; redifler çoğunlukla Türk halk edebiyatı örneklerinde görülür.
Uyağın, şiirin ses yapısı bakımından belirli bir yeri vardır. Bu nedenle hemen her dönemde sıkça kullanılmıştır. Bazen uyaksız şiir olamayacağı konusunda görüşler bile ortaya atılmıştır. Uyağın şiirin ahenk ya da ezgisi üzerindeki etkisinin dışında, özelllikle uzun şiirlerde belirli bir düzenleyicilik görevi de vardır. Özellikle ezberlemeye yönelik şiirlerde uyak akılda kalıcılığı sağlar. Düzyazıda ahenk için de uyak kullanılabilir. Divan edebiyatında önemli bir yeri olan bu tür uyağa “seci” denir.
Uyaklar da seslerin sayısına göre üçe ayrılır:
a) Yarım uyak, dize sonundaki tek ünsüz benzerliğine dayanan uyak türüdür. Ak/ok sözcüklerinde “k” yarım uyağa örnek olarak gösterilebilir.
b) Tam uyak, dize sonundaki bir ünlü ile bir ünsüzün ses benzerliğine dayanan uyak türüdür:
c) Zengin uyak, dize sonunda ikiden çok ses benzerliğine dayanan uyak çeşididir. “Tunç uyak” adı da verilir:
Ses bakımından aynı ama anlamca ayrı sözcüklerden ya da söz öbeklerinden oluşan uyak türüne “cinaslı uyak” denir:
Uyaklar dizelerdeki düzenlerine, bulunma yerlerine göre de adlandırılırlar:
a) İç uyak, dizelerin ortalarında bulunan uyaktır:
b) Sarma uyak, her dörtlüğün birinci ile dördüncü, ikinci ile üçüncü dizelerine uygulanan uyak türüdür:
c) Baş uyak, dizelerin başında bulunan uyak türüdür:
ç) Çapraz uyak, her dörtlüğün birinci ile üçüncü, ikinci ile dördüncü dizeleri arasında yapılan uyak türüdür:
Uyağın Tarihçesi
Uyağın ilk kez hangi ulusta, hangi ozanlarca kullanıldığı kesin olarak bilinememektedir. Eski Yunan, Latin ve Japon edebiyatlarında uyağa rastlanmaz. Bazı Avrupa edebiyatlarıyla Arap, Fars ve bunlardan etkilenen Türk edebiyatlarında uyak özel bir yer tutar ve önem taşır.
Türk şiirinin en eski örneklerinde bile uyak görülmektedir. Divan şiirinde “göz için uyak” ilkesi benimsenmiş, daha çok da tam ve zengin uyaklar kullanılmıştı. Halk şiirinde ise çoğunlukla yarım uyaklarla yetinilmiş, redif oldukça fazla kullanılmıştır. Divan edebiyatında şairler için uyak önemli bir uğraştı. Yazı için Arap alfabesinin kullanıldığı Osmanlıca’da sesdeş diyebileceğimiz (aynı sesi veren) harflerin çokça olması uyak olarak kullanılacak sözcüklerin seçiminde güçlük yaratıyordu. Bu yüzden uyağın aynı harflerden oluşan bir sözcükle yapılması gerekiyordu. Başka türlü söylersek, uyak için aynı sesi veren değişik harflerin kullanılması uygun görülmüyor, yazılışa çok önem veriliyordu. Böylece “göz için” uyak denen anlayış Divan edebiyatına egemen olmuştur. Oysa uyak için aynı sesi veren sözcüklerin kullanılması da yeterliydi. Bunu göz önüne alan Servet-i Fünuncular ilk kez “göz için uyak” yerine “kulak için uyak” ilkesini getirmiş ve bu yolda örnekler vermişlerdir. Cumhuriyet döneminde “ölçüsüz ve uyaksız şiir de yazılabilir” ilkesi (Garipçiler) egemen olmuştur. Günümüz şiirinde ise uyak belirleyici bir öğe olmaktan çıkmış durumdadır.