Yaşam Öyküsü
Yaşam Öyküsü, bir kişinin yaşamını konu alan ve bu kişinin başından geçen olayları gerçeğe uygun bir biçimde dile getiren bir edebiyat türüdür. Yaşam öyküsüne “biyografi” de denir. Bir kimse kendi yaşamını kaleme alırsa buna da “öz yaşam öyküsü” ya da “otobiyografi” denir. Tarih, edebiyat, bilim alanında belli bir konuda yapılan incelemeye ise “monografi” adı verilir. Bir kişi ile ilgili olarak yapılan araştırma ve incelemeye de monografi denir. Bu tür monografi ile yaşamöyküsünün ortak yanları vardır.
Bir kişinin yaşamındaki olayları sırayla anlatmak ya da bu yaşamı bir yönüyle ele almak kolaydır. Oysa yaşam öyküsünü ilginç kılmak için söz konusu kişiyi bir yandan tam ve doğru, öte yandan canlı bir biçimde okuyuculara sunmak gerekir. Bu ise o kadar kolay değildir.
Bilindiği kadarıyla, yaşamöyküsünün ilk örnekleri İS 1. yüzyılın sonlarında görülmüştür. Romalı tarihçi Tacitus, kayınbabası Agricola’nın yaşamını kaleme aldı. Ne var ki, bu yapıt bir yaşam öyküsünden çok Agricola’nın yaşadığı dönemin tarihini anlatır. Agricola’nın kişiliği yaşamından birkaç kısa öyküyle, yüzeysel bir biçimde çizilmiştir. Gene de, Tacitus Agricola’nın İngiltere’yi fethi sırasında karşılaştığı güçlükleri anlatırken, onun kişiliğini de yansıtmıştır. Gerçek anlamda yaşam öyküsü, Tacitus’un çağdaşı olan Yunanlı yazar Plutarkhos’la başlar. Plutarkhos 50 kadar önemli Yunanlı ve Romalı’nın yaşam öykülerini içeren Hayatlar (Bioi paralleloi) adlı bir yapıt kaleme almıştır. 2. yüzyılda, Romalı tarihçi Suetonius iki yaşam öyküsü yazmıştır. Bu iki yapıttan biri, Domitianus dönemine kadar Roma imparatorlarının yaşamlarını anlatan De Vita Caesarum’dur (“Sezarlar’ın Yaşamları”). İmparatorlardan nefret eden Suetonius yapıtında dedikoduya da yer verdiğinden, yazdığı öyküler eğlendirici olsa da, gerçekleri yansıtmaktan uzak kalmıştır.
Ortaçağda ve Rönesans döneminde yazılan ve daha çok Hıristiyanlık’ın ilk dönemlerindeki kilise babalarını ele alan yaşam öyküleri, günlük gerçeklerden çok dinsel yaşamla ilgilenen keşişler tarafından yazılmıştır. Çağdaş yaşam öyküsü 17. yüzyılda İngiltere’de yazılmaya başladı. Bu dönemde Izaak Walton ve Thomas Fuller gibi yazarların yazdıkları yaşamöyküleri tarihsel bilgi ve bilimsel yöntem açısından yetersizdi.
Bundan sonraki yüzyıl boyunca yazılan yaşamöykülerinde kişiler çok iyi ya da çok kötü, çok akıllı ya da çok budala olarak yansıtıldı. 18. yüzyılın sonlarında yaşamöyküsü yeni bir biçim kazandı. William Mason’ın 1775’te yayımlanan Memoirs and Poems of Mr. Gray (“Bay Gray’in Anıları ve Şiirleri”) adlı yaşamöyküsünde bir kişinin yaşamı ilk kez özel mektuplarından yararlanılarak yorumlanıyordu. Samuel Johnson'ın 1779-81 arasında yazdığı The Lives o f the Most Eminent English Poets ("Seçkin İngiliz Şairlerinin Yaşamları”) 52 İngiliz şairinin ayrıntılı yaşam öykülerini, bu şairlerin yapıtları konusunda eleştirel değerlendirmelerle birleştiriyordu. Bu yapıt gerek yaşam öyküsü, gerek İngiliz eleştiri tarihi bakımından önemli bir ürün sayılmaktadır. Bugüne kadar yazılmış en önemli yaşam öykülerinden biri olan, James Bosvvell’ın The Life of Samuel Johnson (“Samuel Johnson’ın Yaşamı”) 1791’de yayımlandı. Johnson’ın arkadaşı olan Bosvvell, ona hayran olmasına karşın, onun büyüklüğünün yanı sıra başarısızlıklarını ve tuhaflıklarını da yazıya dökmüştü.
Bir bütün olarak ele alındığında, 19. yüzyıl yaşam öykülerinde kişiler inanılmaz ölçüde “iyi” gösteriliyordu. Bu dönemde ABD'de yazılan birçok yaşam öyküsünde bu yaklaşım aşırı boyutlara vardırıldı.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşam öyküsü giderek daha çok okunmaya başladı. İngiliz yazar Lytton Strachey’nin Eminent Victorians (1918; “Victoria Döneminin Önemli Kişileri”) adlı yapıtı, daha önceden aşırı yüceltilmiş kişileri daha eleştirel bir yaklaşımla ele alan yaşam öykülerine bir örnektir. Daha yeni yaşam öyküsü yazarları canlı ve kişisel bir anlatım kullandılar.
Bazı yaşam öyküsü yazarları da, Freud ve öbür önemli psikiyatrlardan etkilenerek ele aldıkları kişinin yaşamını bir psikolojik inceleme konusu haline getirdiler. Başka bazı yazarlar yaşamöykülerini, sanki bir roman yazar gibi ayrıntılı bir olay örgüsüne dayandırdılar ve insan karakteri çerçevesinde ele aldılar.
Bu dönemde özellikle gençler için çok sayıda güzel yaşam öyküsü yazıldı. Önce yetişkinler için yazılıp sonradan çocukların okuması için kısaltılan yaşam öykülerinin yerine, artık yazarlar çocukların neye ilgi duyacağını bilerek yazıyorlardı.
Orhun Anıtları’ndaki yazıtlar Türk edebiyatındaki ilk yaşamöyküsü örnekleridir. Türkler İslam dinini benimsedikten sonra yaşamöyküsü türü de dinsel etkenlerle önem kazandı. Başlarda, İslam dininin yayıldığı ülkelerde Hz. Muhammed’in yaşamını anlatan "siyer” kitapları ve din uğruna yaptığı savaşları anlatan kitaplar yazılıyordu. Ayrıca Hz. Muhammed’in yakın çevresindekilerin yaşamlarını anlatan kitaplar da vardı. Zamanla önemli din adamlarının, bilginlerin, devlet adamlarının, edebiyatçıların, askerlerin yaşamlarını anlatan ve çeşitli adlarla anılan yapıtlar ortaya çıktı. Yaşam öyküsü alanındaki ilk yapıtlar Arapça’ydı ve Arap edebiyatının etkisindeydi. Daha sonra 12. yüzyılda Farsça yaşam öyküleri de yazılmaya başlandı. Türk edebiyatında yaşam öyküsü türü Arap-Fars edebiyatının etkisi altında gelişti. Bu alandaki ilk yapıtlar Arapça ve Farsça’dan Çağatayca'ya yapılmış çevirilerdir. Ali Şir Nevai’nin Mecalisü’n-Nefais (1491-92; “Güzel Toplantılar”) adlı yapıtı Türk edebiyatının ilk şairler sözlüğü sayılır. Yaşam öyküsü türü OsmanlI döneminde gelişti; 16. ve 17. yüzyıllarda bu alanda yetkin örnekler ortaya çıktı. Padişahların, devlet ve din adamlarının, komutanların, şairlerin yaşamlarını anlatan bu yapıtlara tezkire, sefine, silsilename, menâkıbname, tuhfe gibi adlar veriliyordu. Bunların arasında en yaygın olanları şairlerin yaşamlarını anlatan ve “Tezkiretü’ş-Şuara” adıyla anılan yapıtlardır. Edirneli Sehi Bey, Latifi, Âşık Çelebi, Kınalızade Flasan Çelebi, Beliğ İsmail Efendi, Şeyhülislam Arif Hikmet Efendi, Esrar Dede bu alanda yapıt vermiş ünlülerden bazılarıdır. İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Fatin Tezkiresi’ne ek (zeyl) yapmak amacıyla kaleme aldığı Son Asır Türk Şairleri (1930-42) tezkire geleneğinin son örneği sayılır.
Osmanlı Devleti’nin son döneminde (19. yüzyıl sonlan ve 20. yüzyıl başları) Namık Kemal, Ahmed Midhat, Mehmed Süreyya, Bursalı Mehmed Tahir yaşam öyküsü alanında yapıtlar verdiler. Cumhuriyet döneminde ise Mehmet Zeki Pakalın, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Sadeddin Nüzhet Ergun, Abdülbaki Gölpınarlı, Şevket Süreyya Aydemir, Cevdet Kudret, Behçet Necatigil gibi yazarlar yaşam öyküsü alanında tek tek yaşam öyküsü yapıtları ya da sözlük ve ansiklopedi niteliğinde yapıtlar verdiler.
Öz Yaşam Öyküsü
Öz yaşam öyküsünün yaşam öyküsünden farkı yazarın kendi yaşamını anlatmasıdır. Anılmaya değer öz yaşam öyküleri sayıca az olmakla birlikte, dünya edebiyatında bunun iyi örnekleri vardır. Aziz Augustinus’un Confessiones (yaklaşık 400; “İtiraflar”) adlı öz yaşam öyküsü bu türün en eski ve en önemli örneklerinden biridir. Jean-Jacques Rousseau’nun İtirafları (les Confessions; 1782) kadar yankı uyandırmış pek az kitap vardır. Bu türün öbür önemli örnekleri arasında Benjamin Franklin’in Autobiography (1868; “Özyaşamöyküsü”), İngiliz düşünür John Stuart Mill’in Autobiography (“Öz yaşam öyküsü”), Henry Adam s’ın The Education o f Henry A dam s (1918; “Henry Adam s’ın Eğitimi”) ve Kardinal John Henry Newman’ın ruhsal öz yaşam öyküsü Apologia pro Vita Sua (1864; “Kendi Yaşamını Savunma”) adlı yapıtları sayılabilir.