Fildişi ve fildişi oymacılığı
Fildişi ve fildişi oymacılığı, Fildişi, fillerin uzun ön dişlerinin yanısıra, morsların, ispermeçet balinalarının, denizgergedanlarının, suaygırlarının ve yabandomuzlarının uzun dişleri ve boynuzlarından elde edilen kaygan, pürüzsüz, sert, kemiksi bir maddedir. Aşırı soğuk ve sıcakta ya da nemli ortamda tutulmadığında olağanüstü dayanıklıdır; ağaç oymacılığında kullanılan aletlerle oyulabilir ve biçimlendirilebilir. Bu yüzden oymacılıkta çok eski tarihlerden bu yana kullanılan gereçlerden biridir: Günümüzden 20 000 yıldan daha eski tarihlerde yapılmış fildişi heykelcikler bulunmuştur.
Fillerden elde edilen, yapısı kemiğe oranla daha sün-gersi olan fildişi, aslında değişikliğe uğramış dentindir (fildişi tabakası). Fillerde ağzın iki yanındaki uzun dişler, fildişi tabakalarından oluşur ve kesit alındığında, saç teli kalınlığında eğri çizgiler göze çarpar; tornadan geçirilen bir metal parçası üstündeki izleri andıran bu çizgiler, fildişine ince tanecikli dokusunu ve esnekliğini verirler. Uzun ön dişlerin büyük bir bölümü, kafatası üstündeki kemik boşluğu içine gömülüdür; dişin yarıya kadar bölümünün içi oyuktur ve uca doğru giderek sivrileşir. Fildişinin iç yapısı yoğun, içi jelatinsi bir maddeyle dolu sık gözenekler (fildişi yüzeyine parlatmadan sonra kaygan ve parlak bir görünüm veren budur) içerir.
Fildişi türleri
En sert fildişi Batı Afrika fillerinden elde edilir. Doğu Afrika fillerinden alman fildişi genellikle daha yumuşak ve daha beyazdır; kolayca izlenebilir. Afrika filinin (Loxodonta africana) dişlerinin ortalama uzunluğu 2 m, ortalama ağırlığıysa 23 kg'dır. Asya ya da Hindistan filinin (Elephas maximus) diş boyu 1,5 m, diş ağırlığı 16 kg kadardır. Yoğun fildişi ticaretinin Afrika fillerinin soyunu tüketmesi tehlikesi karşısında fil avcılığının yasaklanmasına karşın kaçak avcılığın sürmesi üstüne, 105 ülke, fil derisi, fil kılı ve fildişi gibi filden elde edilen ürünlerin deniz yoluyla taşınmasını ve ticaretini yasaklayan bir anlaşma imzalamışlar, bunun sonucunda da 1990'dan bu yana, fil avcılığı önemli ölçüde azalmıştır.
Morslardan elde edilen fildişi, yüzyıllar boyunca AvrupalI fildişi oymacıları tarafından kullanılmış, Kuzey Avrupa morsu, Ortaçağ'ın sonuna doğru fildişi tüccarları tarafından, yoğun biçimde avlanmıştır. Mors fildişinin uzunluğu 0,6 m'yi, ağırlığı 3,7 kg'ı bulabilir. İç dokusu, fillerin fildişine oranla daha az yoğun, içinin büyük bir bölümü oyuktur.
Eski Mısır'daki fildişi oymacıları, çoğunlukla son derece sert olan suaygırı fildişini de kullanmışlar (suaygırı fildişleri önce bir asit banyosuna batırılarak, yüzeydeki dentin tabakası yok edilirdi), sert olması nedeniyle eski Roma'daki dişçiler de, hastalarına suaygırı dişinden takma diş yapmışlardır.
İspermeçet balinasından elde edilen fildişi, öbür fildişi türlerine göre küçük olması nedeniyle, oymacılar tarafından pek kullanılmamaktadır.
Arktika bölgelerinde yaşayan denizgergedanlarının 2,5 m'yi bulabilen tek, iri boynuzunun, renk ve doku yönünden elverişli olmasına karşın, sarmal biçimi ve aşağı yukarı bütün uzunluğu boyunca içinin oyuk olması nedeniyle işlenmesi güçtür. Bununla birlikte, Japonya'da yaygın biçimde kullanılmaktadır.
Günümüzde fildişi yerine bazı başka gereçler kullanılmaya başlanmıştır. Bunların en önemlisi, Güney Amerika fildişi palmiyesi ya da fildişi ağacının (Phytelephas macrocarpa) meyvesinden elde edilir. Japonya'da, fildişine çok benzeyen bitkisel fildişi oyulup boyanarak, fildişi taklidi eşyalar yapılmaktadır. Ayrıca, düğmelerde, bilardo toplarında ve piyano tuşlarında fildişi yerine selüloyit ve plastik kullanılmaktadır.
Fildişi oymacılığı. Tarihöncesi insanları, kemik ve fildişinden heykelcikler yapıyor, ayrıca fildişleri üstüne çeşitli şekiller işliyorlardı. İ.Ö. 4000'de Mısır'da fildişi oymacılığı iyice gelişmişti ve ayakta duran heykelcikler, fildişi mozaikler, fildişi kakmalar ve kabartma resimli fildişi levhalar yapılıyordu. Eski Yunanlılar, ağaçtan yaptıktan dev boyutlu tanrı heykellerinin yüz, el ve ayaklarını, krizelefantin denilen altın-fildişi levhalarla kaplıyorlardı.
Fildişi oymacılığı, Avrupa'da özellikle hıristiyanlığın ilk dönemi, Bizans ve Karolenj imparatorluğu dönemlerinde gelişti. Küçük, taşınabilir boyutlarda oymalar, çeşitli heykel sanatı anlayışlarının bir bölgeden öbürüne taşınmasını sağladı. Sözgelimi Bizans döneminin fildişi oymaları, Fransa'da roman üslubunun taş oymacılığına esin kaynağı oldu. XIII. yy. sonundan XV. yy'a kadar gelişen Gotik üslubu döneminde, fildişi kabartmalarla kaplı mücevher kutuları, mihrap arkalıkları ve kutsal eşya mahfazaları yapıldı.
Doğu'da çok eski bir sanat olan fildişi oymacılığının, Şang sülalesi (İ.Ö. yakl. 1558-1027) dönemine rastlayan ilk başarılı ürünleri arasında, fildişi kaplamalı ve fildişi kakmalı eşyalar sayılabilir. Bu dönemde fildişi, Çin'de tıpkı altın ve yeşimtaşı gibi değer kazandı; saraya fildişi eşyalar üretmeleri için Pekin'de XVII. yy'da kurulan atölyelerde, ince bir beğeniyle gerçekleştirilmiş zengin fildişi oymalar üretildi (bu gelenek günümüzde de sürmektedir).
VIII. yy. Japon fildişi oymacıları son derece üstün yapıtlar yaratmışlarsa da bunlardan günümüze pek az örnek kalmıştır ve Japon fildişi sanatı, ancak XVIII. yy'dan günümüze kadar yapılan işlerle değerlendirilebilmek-tedir. Hindistan, Yakındoğu ve Asya ülkelerinin çoğunda da, fildişi oymacılığı geleneği vardır.
Kuzey Amerika'da, Eskimolar günümüzden yaklaşık 2000 yıl öncesinden başlayarak, fildişi, kemik, boynuz, vb. gereçler, çoğu iyice süslü gündelik kullanıma yönelik gereçler ve şaman anlayışına uygun dinsel nesneler yaratmışlardır.
Afrika'da da fildişi uygarlığı sanatının kökü, özellikle Fildişi Kıyısı'nda ve Kongo'da çok eskilere dayanır; üretilen yapıtlar, fildişi bıçak saplarından, baştan başa kabartmalarla süslenmiş bütün halde fildişlerine kadar gider.
Günümüzde dünyanın hemen her yerinde fildişi oymacılığıyla uğraşan kişiler vardır ve gerçekleştirilen ürünler, nitelik bakımından Eskiçağ ürünlerinden hiç de geri değildir.